Çarşamba Söyleşilerine konusunda birbirinden değerli bilim insanlarını, konusunda uzmanlaşmış, başarılar kazanmış değerli konukları davet etmekteyiz. Derneğimizin arazi çalışmaları sırasında işbirliği yaptığı bilim insanlarının haricinde, bir de yerelden katkı yapan duyarlı insanlar var. Bunlar bazen bir çiftçi, bazen bir balıkçı, kırsal kesimin insanları, bazen de dağdaki bir çoban olabiliyor. Bu duyarlı insanların hepsi gönüllü olarak katkı yapıyor.
Dünya Gönüllüler Günü nedeniyle, Çarşamba Söyleşilerine gönüllülerimiz arasında olan Burunköy Gül Dağı’nın çobanı Turan CENGİZ’i konuk ettik bu hafta.
“Dağda ki çobanla, benim oyum bir mi?” diyen insanların, gelip de çoban Turan CENGİZ’i dinlemelerini isterdik.
Hayatının her anı doğanın içinde olan çobanlar, doğanın en önemli gözlemcileri arasında yer alıyor. Turan CENGİZ’de bunlardan birisi.
Söyleşiden önce Turan CENGİZ’le bölgede yapılan çalışmalar görsel olarak sunuldu. Bir zamanlar Gül Dağı’nda hayvanları parçalayan Burunköy Canavarıyla ilgili yapılan çalışmalar aktarıldı.
Hayvanlarını yiyen canavarın bir suçu olmadığını, canavarın doğasında olan şeyi yaptığını, suçun kendisinde olduğunu, gerekli koruma önlemlerini almadığını belirtti. Doğayı silahla, zehirle değil doğanın şartlarına göre önlemler alarak korumanın daha doğru olduğunu söyledi.
Turan CENGİZ’in araştırmalarımızda yardımcı olduğu koruma altına alınan kültürel değerler gösterildi.Yaz aylarında geldiği Yaylaköy’de, koyunlarını güderken tespit ederek bizlere haber verdiği endemik Tülüşah bitkisinin yeni yaşam alanları gösterildi.
“EKODOSD gibi bir dernekle keşke 30 yıl önce tanışsaydım, şimdi daha farklı olurdu. Doğaya daha iyi sahip çıkardık.” Diyen Turan CENGİZ; 30 yıl önce Büyük Menderes Nehri’nin sularını tülbentle süzüp suyunu içtiklerini, suyun içinden geçen canlıları saydıklarını, boyu kadar yayın balıklarının olduğunu, bir sarıbalığın tüm ailesini doyuracak boyuta ulaşabildiğini anlattı.Turan CENGİZ “Ancak günümüzde B. Menderes Nehri’nde bırakın su içmeyi, balıkları görmeyi, elini suya sokup yıkamaya korkarsın. Neredeydik, nerelere geldik. Bugün çıkın Granta’ya Söke Çayının geldiği noktaya suya bir bakın, bir de Söke’nin çıkışında ki suya bakın. Aradaki farkı hemen göreceksiniz.
Bizler insanız ancak çöp tenekesi yanı başında olan insanlar çöplerini doğaya, derelere atıyor. Her yer çöp, naylon plastik, ilaç kutularıyla dolu. Sularımız çöplerle dolu, bu su da hangi canlı yaşar ki. Bundan 40-50 yıl önce böyle değildi, insanların doğaya, hayvanlara saygıları vardı. Günümüzde yapılan tahribatlarla çok şey kaybettik. Bu kadar kaldı artık. Çocuklara kötülük bıraktık. Bundan sonraki nesillere ne kalacak, bu vahim bir durum. Hem de olabildiğince vahim. Hiç düşünmek dahi istemiyorum.
Ben de bir cep telefonu aldım. Artık doğada ki her türlü gelişmeleri çekip göndereceğim sizlere. Hayvanlarımı Söke Ovasının ortasında otlatıyorum. Azmaklar vardır bizim oralarda, suyun etrafında bitkiler otlar var. Fakat ne yazık ki ne isterler bunlardan bilmiyorum, tamamen yakıyorlar. Bu insanlar da hiç mi vicdan yoktur. Bu bitkilerin arasında hayvanlar yaşıyor, kuşlar yaşıyor, salyangozu, böceği yaşıyor. İçindeki canlıları sayamazsın, ne istiyorsun bunlardan kardeşim. Ne işine yarayacak ki bunu böyle yapıyorsun.
Dünyada yasak olan, Türkiye’de söz de yasak olan bir zehir Roundop’u doğaya atıyorlar. Bunlar doğanın atom bombası. Ayrıca yeraltına içme sularımıza karışıyor. Yediğimiz sebzelere bir bakın, o kadar çabuk büyüyor ki, hepsi ilaç sayesinde. Eskiden böyle miydi? Eski yıllarda Söke – Burunköy yolunda park eden araçlardan geçilmezdi. Bu araçlardan inen yüzlerce avcı Söke ovasına dağılırdı. Avcılar için ovanın ortasına kahve bile açılmıştı. Hatta biz koyun güderken avcılar vurmasınlar diye cambazlık yapardık, kargının ucuna bez bağlayıp sallardık, görsünler diye. Şimdi nerede o avcılar… Avcılarda, kuşlarda kalmadı artık. Avcılıkla birlikte en önemli faktör zehir oldu. Kuşları teknoloji sayesinde fotoğraflarda görüyoruz. Balıkları ise, çiftlikler kuruldu orada görüyoruz artık. Aslında kendi sonumuzu getiriyoruz ama farkında değiliz. En çok merak ettiğim gelecek nesillere ne bırakabiliriz. Doğada yaşıyorsak onun kurallarına uymak zorundayız. Doğanın korunması için hep birlikte mücadele etmeliyiz. İlk başta Milli Eğitim bu konuda gerekli eğitimi vermelidir.
Doğaya şevkatle, sevgiyle, sabırla yaklaşılsa hiçbir zararı olmaz. Doğaya verilen zararın bir gün felaket olarak bizlere döneceğini yetkililere, çocuklarımıza anlatmamız lazım. Ancak herkes para peşinde. Birgün parası da işe yaramayacak. Parayla doğayı satın alamayacaksınız.
Orman vasfını yitirmiş arazi diye bir şey çıktı. Durduk yerde orman nasıl vasfını yitirir ki, yakmayınca, yıkmayınca, dozerle girmeyince. Bugüne kadar gördüğüm en büyük yanlışlardan bir tanesi bu. Önce keçiyi doğanın bir numaralı düşmanı yaptılar, yıllar sonra keçinin doğanın en büyük dostu olduğu anlaşıldı. Keçi ihtiyacı kadar su içer, bitkileri üstten budar, budanan bitkiler kökleşir, kökleşen bitkiler yağmur sularını tutar, erozyonu önler, bunların hep doğaya faydası vardır.
Hayvancılığı çok seviyorum, çocuğum da hayvanlara aşık. Ancak hayvancılık yapmasını istemiyorum. Okumasını istiyorum. Doğasına saygılı, hayvanına, çiftçisine saygılı olan bir ülkede yaşasaydım, çocuğuma da hayvancılık yaptırırdım.” Dedi.
Otların durumuna göre sürekli yer değiştiren, yerleşik bir düzeni olmayan göçer Turan CENGİZ’in, 5 km. uzaklıktaki Söke’ye gidebildiği tek ulaşım aracı bir bisiklet. Koyunlarını yırtıcı hayvanların yaklaşmasını önlemek için silahla değil, caydırıcı bir güç olarak köpeklerle önlem almış.
Yapılan söyleşiden sonra EKODOSD’un teşekkür belgesi, üyemiz Gül YÜCEL tarafından çoban Turan CENGİZ’e takdim edildi.