Almanya’dan gelen 3 konuğumuz uzmanlık alanları olan çevre hukuku ve iklim değişikliği vb. hukuk konularında birer sunum gerçekleştirdiler.Almanya’nın Bielefeld Üniversitesi’nde ceza hukuku, ceza muhakemesi hukuku, çevre ceza hukuku ve tıp ceza hukuku gibi dersler veren Prof . Dr. Gülsün Aygörmez, Kassel Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, Kamu Hukuku, Uluslararası Hukuk ve AB Hukuku Bölümü başkanlığını yapan, Almanya Federal Parlamentosu bilirkişi listesinde yer alan ve uzmanlık alanı çevre hukuku olan Prof. Dr. Silke Ruth Laskowski, Latmos’un küçük gezgini Bielefeld Üniversitesi’nde hukuk öğrencisi olan Yascha Can Enke; İklimsel Dönüşüm ve Türk Hukuku, İklim Değişikliği - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin iklim kararından yeni bir ivme 2024, Evrensel bir Hukuk İlkesi Olarak İklimin Korunması konularında değerli bilgilerini bizlerle paylaştılar.
Prof. Dr. Gülsün Aygörmez konuşmasında “İklimsel Dönüşüm ve Hukuk” konusuna değinerek şunları ifade etmiştir;
“Tüm Dünyada şu anda uluslararası iklim hukukunun yarattığı büyük bir dönüşüm rüzgarı esmektedir. Bu dönüşüm aslında kelimenin tam anlamıyla bir devrim olarak nitelendirilenilir. Zira sanayi devriminden sonra tüm dünya şu anda iklim değişimi ve aynı zamanda dijitalleşmenin tüm sonuçlarıyla kendini hissettirdiği bir sürece şahitlik etmektedir. Bu süreçte iklim değişimin ana aktörlerinden sanayiye yönelik geliştirilen hukuki mekanizmalarla çevrenin korunması alanında esaslı ve anlamlı hukuki düzenlemeler getirilmektedir. İşte bu düzenlemelerle endüstriye gelişime, iş hayatına, çevre korunmasına, insan haklarına vs. yönelik küçük ancak anlamlı adımlarla bir dönüşüm sürecine girilmiş olmaktadır. Etkilerini şu anda ülkemizde neredeyse hiç hissetmediğimiz bu dönüşüm süreci uluslararası alanda hızla yaşanmaktadır. Bazı ülkeler bu dönüşüme hızla uyum sağlarken bazıları henüz varlığından dahi bihaber durumdadır.
İklimsel dönüşüm her ne kadar sanayi merkezli gibi gözükse de ve sanayinin motivasyonunun da sanayinin iktisadi sürdürülebilirliği olduğu düşünülse de aslında ana hedef iklim değişiminin önüne geçerek şimdiki ve gelecek nesillerin çevresel haklarının güvence altına alınmak olduğu açıktır. Bu hedefe giderken gidilen yollar farklı olsa da ana hedefin ortak olması, çevreyi korumak isteyen ve bu konuda büyük çaba ve emek ortaya koyan EKODOSD gibi derneklere aslında yürüdükleri yolda yalnız olmayacakları sanayi gibi diğer aktörleri yol arkadaşı yapmaktadır.
Özellikle emisyon ticareti, iklim adaleti, döngüsel ekonomi, yeşil enerji vs. gibi konularda getirilen düzenlemeler buna en güzel örneklerden olabilir. İlerleyen süreçte karbon ayak izi yüksek sanayi kolları, karbon ayak izini düşürecek tedbirler almak zorunda kalacaktır. Bu anlamda kendi iktisadi varlığını sürdürülebilir kılmak isteyen bir işletme ister istemez çevre korumasına yatırım yapmak zorunda kalmaktadır. Bu noktada da EKODOSD gibi sivil toplum kuruluşlarının tecrübelerinden ve çalışmalarından faydalanmaları kaçınılmaz olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m. 56, çevre korumasını anayasal düzlemde ele alan nadir anayasalardır. Türkiye Cumhuriyeti 1980’li yıllardan bu yana bu yanıyla ulusal ve uluslararası alanda takdir toplamaktadır. İlerleyen süreçte çıkaracağı iklim koruma mevzuatı ile bu dönüşümün içinde yer alacağı şüphesizdir. Ancak teorik olarak yapılan tüm bu düzenlemelerin yanında uygulamada da iklimsel dönüşüme ivme kazandıracak uygulamalara ihtiyaç olacağı da sabittir. Bu noktada da sadece idari mercilere değil yine sivil toplum örgütlerine büyük görev düşmektedir. Sanayi devrimine uyumda geç kalınmış olabilir, ancak iklimsel dönüşüm dijitalleşmiş dünyada hepimizin gözü önünde gerçekleşmektedir. Bu nedenle bu dönüşümün bir parçası olmanın tam da zamanıdır.” Dedi.
Prof. Dr. Silke Ruth Laskowski ; İklim Değişikliği ve AİHM'in “Klimaseniorinnen/İsviçre” Kararına ilişkin;
- Bu karar neden çok önemli?
- Çünkü AİHM bu kararında ilk kez AİHS Md. 2 ve 8'in iklimin etkin bir şekilde korunmasına ilişkin bir insan hakkını içerdiğini tanımıştır. Mahkeme aynı zamanda AİHS'in çevre örgütleri için dava açma ehliyeti içerdiğine karar vermiştir.
- İklimin korunması çevrenin korunmasının bir alt başlığı olarak görülmektedir. Bu yüzden, Mahkeme'nin yakında tüm çevrenin etkin bir şekilde korunmasına ilişkin bir insan hakkını Sözleşme'nin 2. Ve 8. maddesinden çıkaracağını bekleyebiliriz. Mahkeme bundan şimdiye kadar kaçınmıştır. Alman Anayasa Mahkemesi de Alman Anayasası'ndaki temel haklara ilişkin aynı şekilde davranmıştır. Bu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 56. Maddesindeki çevre hakkı ve Türk Anayasa Mahkemesi için de aynıdır.
- Almanya'daki ve Türkiye'deki yargının bu konudaki tutumunun değişeceğini bekleyebiliriz.
- Çünkü hem Alman Anayasası hem Türkiye Cumhuriyeti Anayasası genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uyumlu bir şekilde yorumlanır. Zira Türkiye'de AİHS gibi temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmeler Anayasa'nın 90. Md. gereği Anayasa'dan bile üstündür. AİHS'i yorumlayan AİHM kararları da bu çerçevede Türkiye'yi bağlar.
- Bunun dışında AİHM'e başvurarak iklimin etkin bir şekilde korunmasına ilişkin insan hakkını uygulatma yolu da vardır. Bu durumda AİHM ulusal iklimi koruma tedbirlerinin gerçekten Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmak için “etkin” olup olmadıklarını değerlendirecektir.
- Peki bu tür davaları kim açabilir? EKODOSD Derneği gibi iklim ve çevre örgütleri. Bunun tek koşulu dernek tüzüğünde iklimin korunmasının derneğin amaçları arasında yer alması.
- AİHM'in 2024 kararı çevre örgütlerinin iklimin korunması amacıyla dava açma ehliyeti için bir dönüm noktası niteliğindedir.
- Çünkü AİHM dava açma ehliyetini ilk kez Aarhus Sözleşmesi'nden değil de AİHS'in kendisinden çıkarmıştır. Bu özellikle Türkiye'deki çevre örgütleri için çok önemli, çünkü Türkiye çevre örgütlerine dava açma ehliyeti tanıyan Aarhus Sözleşmesi'ni imzalamamıştır.
- Nihayetinde AİHM'in iklim kararı AB için de büyük öneme sahiptir. Çünkü AİHS'te düzenlenen insan haklarının koruma düzeyi aynı zamanda AB temel hakları için de asgari bir düzey niteliğindedir. AİHS tarafından korunan her şey AB hukukunda da korunmaktadır. AB kanun koyucusunun iklime ve çevreye ilişkin tüm yasal düzenlemeleri iklimin etkin bir şekilde korunmasına ilişkin temel ve insan hakkıyla uyumlu olmalıdır. Bu, AB hukukunu ulusal hukuktaki düzenlemeler ile uygularken, Almanya gibi üye devletler için de bağlayıcıdır. Aynı durum, Türkiye gibi üyelik başvurusu ve hazırlığı aşamasındaki ve üyelik için AB standartları’na (“acquis communitaire”) ulaşması gereken devletler için de geçerlidir.
- AB hukukuna uyum süreci içerisindeki Türkiye bu konuda şimdiye kadar çok yol katetmiştir. AB hukukunun bir çok düzenlemesini ulusal hukukunda yansıtarak ulusal hukukunu AB hukuku ile uyumlu hale getirmiştir. Bunun iyi bir örneği Türkiye'nin ulusal hukukuna geçirerek uygulamış olduğu su kaynaklarının korunmasına ilişkin “Su Çerçeve Direktifi”dir.
- Kamuoyunda Türkiye'nin AB üyeliği ne kadar uzak görünse de, Türkiye'deki bakanlıklar AB'nin çıkardığı tüm düzenlemeleri takip etmekte ve bunları uyum süreci kapsamında ulusal hukuka geçirme konusunda yoğun faaliyetler içerisindedir. Türk ulusal hukukunun bir çok dalı bu çalışmalar sonucunda AB hukuku ile uyumlu hale getirilmiştir bile. Bu ne yazık ki hem AB ülkelerinde hem Türkiye'de pek bilinmemektedir. Bu gerçeğe dikkat çekerek bunu değiştirmemiz lazım!
- İklimin korunması için Avrupa'nın ve AB'nin Türkiye'ye acil ihtiyacı vardır!
- Bu yüzden Türkiye'nin en kısa zamanda AB'ye tam üye olmasını çok umuyorum.” Diye ifade etti.
Yascha Can Enke Evrensel bir Hukuk İlkesi olarak İklimin Korunması’na yönelik yaptığı sunumda;
Son senelerde birçok farklı ülkelerdeki mahkemeler devletlerin iklimi korumaya yönelik yasal bir yükümlülük altında olduklarına karar vermişlerdir. Bu kararların belki de en iyi bilineni AİHM’in Nisan 2024’te verdiği Klimaseniorinnen/İsviçre kararıdır. Fakat kararın davanın esasına ilişkin değerlendirmeleri beklenebilirdi. Bu karar bu yönde verilen ilk karar değil, tam tersine AİHS’e üye olan bir çok devletlerde daha öncede de aynı yönde kararlar verilmiştir. AİHM kararının gerekçesinde bu kararları da ayrıntılı olarak incelemiş ve bunlara yer vermiştir. AİHM Fransa, Almanya, İrlanda, Hollanda, Norveç, İspanya, Birleşik Krallık ve Belçika’dan kararlar değerlendirmiştir.
Bu kararların sonuçları hep aynı yöndedir: Devlet iklimi korumakla yükümlüdür.
Türkiye’de şimdiye kadar gerçek anlamda bir iklim kararı henüz yoktur. Fakat iklimin korunmasına yönelik dava açanlar olmuştur. 2023 yılında Danıştay’ın Paris Anlaşması’na yönelik Türkiye’nin “Ulusal Katkı Beyanı”na ilişkin bir kararı vardır. Ulusal Katkı Beyanı, Paris Anlaşması’na imza atan devletlerin, Anlaşma’nın hedeflerine nasıl ulaşacaklarını ortaya koyduğu bir belgedir. Bu belge Türkiye’de yetersiz kalması gerekçesiyle dava konusu edilmiştir. Danıştay bu belgenin doğrudan hukukî bir sonuç doğurmadığından davayı kabul etmemiştir. Fakat karşı oy kullanan iki üye Ulusal Katkı Beyanı’nın dolaylı olarak hukukî sonuçlar doğuracağından davanın kabul edilmesi gerektiği görüşünü savunmuştur. Bu dava Türkiye’de ulusal bir iklim koruma mevzuatının eksikliğini göstermektedir. Ulusal hukukta bir düzenleme olsaydı, bu çok daha kolay bir şekilde dava edilebilirdi. İklim Değişikliği Kanunu Taslağı yasalaşırsa, buna karşı yeteriz kaldığı iddiasıyla davalar açılabilecektir.
Uluslararası hukuk çoğu zaman uygulamaya bakar. Uygulamada da iklimi koruma yükümlülüğü birçok hukuk düzeninde halihazırda tanındı. Bu durumda mahkemenin bunu uluslararası bir kuralın varlığının ispatı veya buna yönelik bir işaret olarak yorumlaması muhtemel.
Sonuç olarak diyebiliriz ki: Hukuk iklimi koruyor. Bu yasal yükümlülüklerin sadece gereği yapılmalı ve uygulamaya konmalı. Bunu başarmak için de etkin yargı denetimi çok önemlidir.” Dedi.
EKODOSD/KUŞADASI