Her yıl geleneksel olarak yaptığımız konaklamalı gezimizi bu yıl, antik dönemde “Pisidia” olarak geçen, günümüzde ise “Teke Yöresi” olarak bilinen Burdur bölgesinde gerçekleştirdik.Dünya arkeoloji tarihinde önemli bir yer tutan “Hacılar”ın yer aldığı Pisidia bölgesinin en güzel antik kentlerinden biri olan Sagalassos rotamızın ilk durağı oldu.
Sagalassos antik kenti, EKODOSD’un bilim danışmanı üyesi, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Fikret ÖZCAN tarafından anlatıldı. Sagalassos’un erken ziyaretçilerinden Charles Fellows’un, 1839 Küçük Asya’da Bir Seyahatin Güncesinde “Yükselen tepenin yamacında, bugüne dek gördüğüm veya duyduğum tiyatroların en zarifi ve en güzeli yer alır” diye betimlediği gibi, İskender Tepesi’nin harika görünümüyle muhteşem bir manzarayı izledik. Doç. Dr. Fikret ÖZCAN tarafından, Türkiye’deki antik kentlere ait tiyatroların genel yapılış şekilleri, amaçları, nüfusa göre orantıları anlatılarak, Sagalossos tiyatrosunda antik dönemde meydana gelen depremin izleri gösterildi ve fayların hala canlılığını koruduğu söylendi.
28 metre uzunluğu, 9 mt. Boyuyla, 4,5 mt. Yükseklikten önündeki havuza akan suların bulunduğu Antoninler Çeşmesi görkemli görüntüsüyle en çok ilgi gören yer oldu. Çeşmenin yapılış nedeni, hazneleri arasına yerleştirilen heykelleri ve oldukça zahmetli olan restorasyonunun hikayesi, ÖZCAN tarafından anlatıldı. Belçika K.U.Leuven Üniversitesi tarafından kazılarak koruma altına alınan Neon Kütüphanesi ziyaret edildi.
ÖZCAN tarafından Neon Kütüphanesi’nin özellikleri anlatıldı. Sagalassos’un yüksek tepelerinden yeşillikler içindeki Ağlasun izlendi. Batı Torosların yüksek yamaçlarına kurulmuş Sagalassos’un etkileyici yapıtlarını görebilmenin mutluluğunu yaşayan grubumuz büyük keyif aldı. Sagalassos’u döneminde yaşatırcasına anlatan ve büyük bir keyif içinde dinlediğimiz Doç. Dr. Fikret ÖZCAN’a, rehberimiz ve üyemiz Özlem KÜÇÜKOĞLU ve üyemiz Yağmur YAVAŞ tarafından EKODOSD’un teşekkür belgesi ve tişörtü takdim edildi. 2008 yılında “Gezilip Görülmeye Değer Müze” ödülünü alan ve 60 binin üzerinde kültür varlığıyla, Türkiye’nin en zengin müzelerinden biri olan Burdur Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret ettik. İmparator Marcus Aurelius ve İmparator Hadrian heykellerinin de yer aldığı birçok eseri hayranlıkla izledik. Sagalassos’un yanı sıra, Kibyra, Kremna antik kentlerinden çıkarılan eserleri, Neolitik, Erken Kalkolitik Dönem ile Eski Tunç Çağı’na ait birçok eseri görme imkanı bulduk. Restore edilerek Doğa Tarihi Müzesi haline getirilen Kavaklı Ortodoks Kilisesi’ni ziyaret ettik.
Dünyadaki benzerleri arasında bilinen en yaşlı Güney Fili (Mammuthus meridionalis)’ne ait, dişleri ve diğer parçalarını inceledik. Adını, doğan ve batan güneşin, ay ışığının sudaki pırıltısı anlamına gelen Pisidya’nın en önemli şehirlerinden biri olan Lisinia’dan alan Lisinia Doğa Merkezi isimli ilginç bir doğa alanına geldik.
Veteriner hekim Öztürk SARICA’nın kurduğu Lisinia’da, merkezi neden ve nasıl kurduğu, amacının ne olduğu, kurulma sürecinde yaşadığı ve yaptığı mücadeleler SARICA tarafından anlatıldı. Aile bireylerinden bazılarını kanserden kaybeden SARICA, doğanın tahribatları ve kirlenmişlikleri sonucunda ortaya çıkan kansere karşı ve doğal hayatın sağlıklı bir şekilde işlemesi ve gelecek nesillere aktarılması için yaptığı mücadeleleri anlattı. Merkezde üretilen ürünler, üyelerimiz tarafından büyük ilgi gördü. Öztürk SARICA tarafından, Lisinia Doğa Merkezi’nde, kendi arazisi içindeki bir alan Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilmiş ve bir Yaban Hayatı Rehabilitasyon Merkezi kurulmuş. Rehabilitasyon merkezinde, leylekler, yırtıcı kuşlar, kurt, çakal, domuz gibi pekçok yaban hayvanı bu merkezde tedavi edilerek, iyileşmeleri halinde tekrar doğaya salındığı, kalıcı hasarlı olanların burada bakıldığı anlatıldı.
Dünyanın üçüncü, ülkemizin en derin tatlı su gölü olduğu söylenen ve Türkiye’nin Maldivler’i olarak bilinen Salda Gölü’ne geldik. Binlerce yıl önce jeolojik bir çökme ile meydana geldiği tahmin edilen Salda Gölü, Doğal Sit Alanı olarak koruma altında olup, turkuaz renkli suları ve beyaz kumsallarıyla gurubumuzun büyük beğenisini aldı. Burdur tahmin ettiğimizin çok üstünde bir kent çıktı. Aracımızdan indiğimizde “Şehirler araçlar için değil, insanlar içindir” tabelası karşıladı bizi. Temiz ve bakımlı caddeleri, ilginç özellikleriyle görülmeye değer bir yer olmuş Burdur.
Kendimizi bir Avrupa kentinde hissettiğimiz Burdur’da, görebildiğimiz alanlarda yaşanabilir ve huzurlu bir kent yaratılmış. Ceviz ezmesi ikramıyla karşılandığımız otelimizde güleryüzlü personelleri, geleneksel yemeklerini yediğimiz lokantaları, alışveriş yaptığımız dükkanlarıyla bizden tam not aldı Burdur. Üniversitenin de Burdur’a hem ekonomik hem sosyal anlamda büyük katkı yaptığını unutmamak gerekli…