Bu haftaki etkinliğimizi doğal ve kültürel zenginliklerin iç içe olduğu Denizli bölgesinde gerçekleştirdik. Rotamızın il durağı gelecekte belki Efes kadar ünlü olacak Laodikeia antik kenti oldu.Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Celal ŞİMŞEK tarafından kazı çalışmalarının devam ettiği Laodikeia’da incelemelerde bulunduk. Profesyonel turist rehberi Yeşim CİNBAŞ tarafından antik kentle ilgili buluntuların olduğu alanlarda bilgilendirme yapıldı.
Seleukoslar Kralı II. Antiokhos Teos tarafından eşi kraliçe Laodike adına, M.Ö. 3. Yy’ın ortalarında kurulan ve Roma İmparatorluk Dönemi’nde, stratejik öneminin de etkisiyle daha da büyüyen, ticarette özellikle de yün ve tekstil ticaretinde adını duyuran Laodikeia’nın gün ışığına çıkarılan eserlerini gezerek, bilgi aldık.
Diğer antik kentlerden farklı olarak, hem bilgilendirme, hem de düzenleme ve restorasyon açısından mükemmellik sergileyen antik kentin, Suriye Kapısı, Doğu Hamamı, Doğu Bizans kapısı ve Kuleleri, Suriye Caddesi, A Evi, Septimius Severus Nymphaeumu, Merkezi Agora, Merkezi Hamam, Merkezi Kilise, Kiliseli Peristylli Ev, Propylonlar, Caracalla Nymphaeumu, Kuzey ve Batı Tiyatroları, Latrina ve Apsisli Çeşme’yi inceledik. Laodikeia Kilisesi’nde çalışma olması nedeniyle kapalı olduğundan dışarıdan görebildik. Laodikeia’da ilgimizi çeken önemli detaylardan biri, antik kentte su kullanımının kurallara bağlandığını gösteren ve 30 satırlık Su Yasasının imparatorluk tarafından onaylandığını belgeleyen bir yazıt oldu.
“Her kim kente ait suyu kendi şahsi kullanımı için böler veya suya zarar verirse imparator hazinesine 5 bin dinar ödemek zorundadır. Bu paranın sekizde biri ihbarda bulunan kişiye verilmelidir ve suçu işleyen kişi kent suyundan mahrum bırakılmalıdır.” Gibi maddelerin bulunduğu ve suyollarına zarar verenler ve suyu kirletenlere ağır yaptırımların uygulandığını gösteren yazıtın, o dönemde suyun kent için ne kadar yaşamsal önemi olduğunu gösteriyordu. Laodikeia’nın büyülü atmosferinden çıkarak, bir doğa harikası olan Pamukkale’ye geldik. Her milletten pek çok ziyaretçiyi kendine çeken beyaz travertenlerin üzerinde çıplak ayakla yürüdük. Üşüyen ayaklarımızı, Pamukkale’nin sıcak sularıyla ısıttık. Kutsal kent olarak bilinen Hierapolis’in antik hamam içine kurulan arkeoloji müzesini ziyaret ettik. Diğer müzelerden farklı olarak eserlerin antik bir yapı içinde sergilenmesi ve mitolojik pek çok öykünün eserlerin altına yazılmış olması, hem bilgilendirme, hem de sunum açısından gelen ziyaretçilerin beğenisini kazandı. Hierapolis’te en çok etkilendiğimiz bölümler antik tiyatro ve antik havuz oldu.
Gerek Laodikeia gerekse Hierapolis’te dikkat ettiğimiz bir ayrıntı da, antik kentler sit alanı içende olması nedeniyle korunduğundan, bitki çeşitliliğinin de korunduğunu gözlemledik. Bitki çeşitliliği içinde çok önemli bitki türlerinin de olduğunu gördük. PAÜ’nün Arkeoloji Bölümünün, Biyoloji Bölümüyle işbirliği yaparak önemli bitkilerin tabelalandırılması yapılabilirse gelen ziyaretçiler için doğal ve kültürel zenginliklerin bir arada tanıtılması sağlanabilir.
Her doğan çocuğun parmağına ip dolanan ve kendilerine “Biz dokumanın başkentiyiz” diyen Buldan’ın tekstil mağazalarından alışveriş yaptık. Özellikle bayanların çok ilgisini çeken Buldan dükkanlarında, ürünler bir yandan tezgahlarda dokunurken, biryandan da alışverişe sunulduğunu gördük.
Adnan Menderes’in eşi Berrin Menderes’in doğduğu konakta kahvelerimizi yudumladık. Konaktaki duvarda öğrencilerin Anadolu Parsının tahnitiyle çekilmiş ilginç bir fotoğrafıyla karşılaştık.