İzmir’in bakir coğrafyalarında yer alan yerleşimlerde doğa ve tarih incelemesi yaptık.
İlk durağımız Karaburun Yarımadası’nda küçük bir balıkçı kasabası olan Balıklıova’ydı.
Balıklıova’nın meşhur un kurabiyeleri üyelerimiz tarafından kapışıldı.
Bölgenin en ünlü sebzesi olan ve her köşebaşında yöredeki üreticiler tarafından
satılan karaciğer dostu enginarlardan aldık.
Balıklıova’dan sonra, sardunya kokan dar sokakları, devşirme taşlardan yapılan otantik
taş evleriyle, tarihin üzerine inşa edilmiş harika bir yer olan balıkçı köyü Ildırı’ya geldik.
Ildırı’nın sokak duvarlarındaki tarihin izlerini inceleyerek, 12 Antik İon kentinden biri olan
Erythrai’ye doğru tırmanışa geçtik.
Doğanın tüm canlılığını ve haşmetli cömertliğini gösteren rengarenk çiçeklerin
arasında yürüdük.
Erythrai antik kentinin içinde yetiştirilen enginarların, Türkiye'nin en lezzetli enginarları
olduğunu öğrendik.
12 antik İon kentinden biri olan Erythrai’nin kalıntılarını inceleyerek kenti gezdik.
Rhadamanthys'in oğlu, adı "kırmızı" anlamına gelen Erythros'un önderliğinde
Giritler tarafından kurulan Eritrai’de aynı zamanda Lykialılar, Karialılar ve
Pamphylialılar’ın da oturduklarını öğrendik.
Zirveye çıktığımızda, Erythrai’lilerin kentlerini neden bu tepeye yaptıklarını anladık.
Aşağıdaki harika manzaradan ayrılmak istemedik.
Bölgenin en yüksek tepesinde kurulan kentten, arkamızda tablo gibi duran
panoramik manzarayı ölümsüzleştirdik.
Oturma taşları başka yerde kullanılan tiyatronun kalan basamaklarından inerek
köye yürüdük.
Bu yıl yağan yoğun yağmurların, doğayı bir renk cümbüşüne çevirdiğini gördük.
1924’teki mübadelede, Yunanistan’a göç eden "Litri" nin Rum vatandaşları,
arkalarında birçok hazin hikayeler ve otantik taş evleri bırakıp gitmişler.
Yine hüzünlü hikayelerle Yunanistan’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin
yerleştiği “Litri”, göçten sonra Ildırı adını alarak, Ege’nin şirin bir balıkçı köyü haline gelmiş.
Ege’nin kıyı balıkçı köyü olan Ildırı’yı arkamızda bırakarak, 1850’li yıllarda, güneyi
bataklık olan ve zamanın Sadrazamının “bataklığı kurutun” buyruğuyla, güneyindeki
tabii limana ulaşan kanalla şansı değişen, yel değirmenleri, rüzgar türbinleri ve
taş evleriyle meşhur rüzgarlar beldesi Alaçatı’ya geldik. Begonvillerle, rengarenk
çiçeklerle süslü dar sokaklarında ünlü Alaçatı evlerini inceledik.
Otantik taş evleri, rüzgarı, koyları, ulaşım olanaklarıyla sadece Türkiye’nin değil
dünyanın sayılı sörf merkezlerinin başında gelen Alaçatı’nın, dünya sörfçülerinin
gözde mekanı haline geldiğini öğrendik.
Acıkanlar, Alaçatı’nın kiliseden bozma camisinin önünde yer alan balıkçılarda
karınlarını doyurdular.
Küreselleşmeyle bozulan yerel yaşam kimliğini korumak, doğayla ve geçmişle bağını
koparmadan, kent sakinlerinin yerel özellikleriyle varlıklarını sürdürmesini sağlamayı
hedefleyen “Cittaslow” ünvanı alan Türkiye’nin ilk “Yavaş Şehri” olan Seferihisar’ın
sayfiyesi doğa ve tarih cenneti Sığacık’a geldik.
Sığacık’ta bulunan Antik dünyanın en büyük Dionysos Tapınağı’nın olduğu, 12 İon
kentinden biri olan Teos’ta incelemeler yaptık.
Antik dönemde burada yaşayan insanların yaşamlarını, kentlerini nasıl kurduklarını
düşündük, mimari yapılarını inceledik.
Teos’taki incelemelerden sonra, yerel halkın kendi ürünlerini sattığı pazarın kurulduğu
cumbalı taş evleriyle ünlü Sığacık’taki kaleiçine geldik.
Sığacık’taki kaleiçinin doğal dokusunun bozulmadığını, burada yaşayan insanların
yaşamlarını geleneksel bir şekilde devam ettirdiklerini gözlemledik.
Gelen konukları rahatsız etmeden, komşu satıcıyla rekabete girmeden,
kendi emekleriyle ürettikleri ürünleri, yiyecekleri güleryüzle satmaya çalışan
Sığacık’ın sıcakkanlı insanları bizleri çok etkiledi.
Sığacık’ın tarihi mekanlarını ziyaret ederek inceledik.
Sığacık’ın sessiz, sakin, iyot kokan havası ve bol yiyecekleri herkesin karnını acıktırdı.
Kimisi restoranlarda balık, kalamar yedi.
Kimi de Sığacık’lı kadınların yaptıkları güzel börek ve tatlıları taze çayla birlikte yediler.
Gezdiğimiz tüm yerleşimleri, doğasıyla, tarihiyle, mimarisiyle, çevresiyle,
orada yaşayan insanların gelen konuklara bakış açısını değerlendirdik,
kendi kentimizle kıyaslama fırsatı bulduk.
Gezdiğimiz yerlerde aklımıza hep, Kuşadası’nın 25-30 yıl öncesindeki
görüntüleri geldi.
“Umarız buraları hep böyle kalır, bozulmaz” dedik.