Birleşmiş Milletler üyelerinin ve diğer dünya ülkelerinin giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması ve çoğaltılması konusunda somut adımlar atılmasının sağlanmasında, teşvik olması amacıyla 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 22 Mart tarihini "Dünya Su Günü" olarak ilan etmiştir.
Tarih boyunca toplumların su kenarlarına yerleştikleri bilinmektedir. Bunlardan biri de etrafında onlarca antik kentin kurulduğu Büyük Menderes Nehri’dir.Yaşamın devamı için vazgeçilmez ve temel bir insan hakkı olan suyun kullanımında gerekli tasarrufu yapılmadığı gibi, bir de kirletilip kullanılmaz hale getirilerek biyolojik çeşitlilik olumsuz olarak etkilenmektedir.EKODOSD Bilim Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ “Herkesin; yaşam hakkı olan suyu; yeterli, sağlıklı, güvenli, kabul edilebilir, fiziksel olarak erişilebilir ve karşılanabilir şekilde alma hakkı vardır. Suyun sağlıklı ve güvenli olması sadece içtiğimiz sular için değil; tarımsal üretimden gıda zincirinin herhangi bir aşamasında gıdalara girdi olarak eklenen veya gıda ile temas eden tüm sular için yasal-hayati bir gerekliliktir.
Su, temizse, hava, toprak temizdir, su temizse gıdalar temizdir, su temizse canlıların olmasa olmazı olan kanları temizdir. Su temizse hastalıklar olmaz. Su temiz ve yeterli ise; savaşlar olmaz. Suyun varsa sağlık, mutluluk ve “para” vardır. Su; sadece insanların değil doğadaki tüm canlı-cansız varlıkların hakkıdır… Tarih boyunca ve günümüzde de medeniyetlerin en güçlü silahı, yeri gelince savaş sebebi hep su olmuştur, olmaktadır. Su yaşam hakkıdır. Su ve yaşam hakkı; ticaret, “karlılık" ve pazarlık konusu edilmemeli ve bu hak , “satılmamalıdır.”
Birleşmiş Milletler Suyun Temel Bir İnsanlık Hakkı olduğunu kabul etmiş olup, suyun ticarileşmesinde önemli rolleri olan Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin yanında ülkemiz çekimser oy kullanmıştır. Suları şişelenip satılması, su kaynakları üzerinde yapılan yapılanmalar, suların atıklarla kirletilmesi, bu suların, tarımda-gıda sanayinde bilim dışı kullanılması, musluktan akan suların güvenilir olmamasının yanı sıra çok pahalı olması yaşam hakkına aykırıdır.
Ergenede, Büyük Menderes ve birçok sularımızda yaşanan kirlilik bu nehirlerimizin çevresindeki sanayi ünitelerin “eseridir” ve onlar için “Kirleten öder veya temizler kuralı” işlememektedir! Suyun, derelerin çayların özelleştirilmesinin bedeli hastalık, yaşam-canlı kayıplarıyla ödemekte! Aynı “vergini ödersen yol hastane…” ilkesinde olduğu gibi.
MAORİLERİN MÜCADELESİ SONUÇ VERDİ: “ İnsanların iyiliği için ; Whanganui Nehrinin kimliği tanındı , nehir “Canlı bir varlıktır” denildi.. Darısı B.MENDERESE!… Nehir, hukuki şahsiyet kazandı, dile geldi ….Yeni Zelanda’da yerli halk Maoriler tarafından Whanganui Nehri ‘canlı varlık’ olarak tanınarak hukuki statü verildi ve. Nehrin hakları Maori kabilesinden ve kraliyetten birer kişi tarafından mahkemelerde temsil edilecek. Nehir için 80 milyon dolar tazminat ve nehrin temizlenmesi için de 30 milyon dolar fon verilecek(www.webtekno.com/). Yeni Zelandalı bakan Chris Finlayson da Maorilerin 160 yıldan uzun süredir nehre bu statüyü kazandırmak için mücadele ettiğini belirtti: “Biliyorum ki insanların hissettiği ilk şey doğal bir kaynağa hukuki şahsiyet kazandırmanın oldukça garip olacağıdır ancak bu, şirketlerden ya da anonim topluluklardan daha garip değildir.” Çok önemli bir karar, nehirlerin dili yoktu; Whanganui Nehri hukuki şahsiyet kazandı ve dile geldi. Darısı tüm dünya sularına, emsal olması dileklerimle.
Dünya su kaynakları üzerinde uzun süredir oynana gelen ve ülkemiz su kaynakları üzerinde de oynanması olası oyunlar konusunda, demokrasi ve insan hakları konusunda yeterli bilince ulaşamamış bireyler olarak bizler de sularımızın ve havamızın kirletilmesine ve bundan kar edilmesine seyirci kalmayı tercih ettik. O nedenle sularımızı ve havamızı kirletenleri eleştirdiğimiz kadar kendi bilinçsizliğimizi de sorgulamak zorundayız.
22 Martta dünyada “Dünya Su Günü” kutlanmaktadır! Dünyada suyun başına gelenleri unutmamak gerekir. Suyun kutlanacak değil anılacak günlerine geldik. Unutmayalım ki artık; susuzluk nedeni ile göç edebileceğimiz bir yer yoktur. İçinde bulunduğumuz yüzyıl su kıtlığının yol açacağı birçok savaşın yaşanacağı dönem olacaktır. O nedenle su ve çevre konusunda bilincimizi yükseltmeye ve toplumun bu konularda bilinçlenmesine katkıda bulunmak için hep birlikte çabalarımızı sürdürmek zorundayız.” Dedi.
Yer altındaki su kaynaklarının azalması, su seviyesinin düşmesi ve artan nüfusla birlikte aşırı su kullanımı gelecekte Kuşadası’nın su ihtiyacı için büyük risk oluşturacaktır. Su kaynakları aşırı ve bilinçsiz kullanımlarla daha derinlere çekilmekte, işletme maliyetleri yükselmekte, kent sularında tuzlanmalar görülmektedir. Derinlere kaçan sulardan artık faydalanamayan doğal bitki örtüsü kurumaya ve toprak çıplaklaşarak çölleşmeye dönüşebilecektir. Su kaynaklarının yönetiminde akılcı ve sürdürülebilir politika ve uygulamalar hayata geçirilmez ise, gelecekte özellikle yaz aylarında kentte ciddi sıkıntılar yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Kuşadası’nın bir turizm kenti olması düşünüldüğünde bunun çok önemli olduğu bilinmeli, her kurum ve her birey üzerine düşen duyarlılığı göstermelidir.