Bu hafta rotamızı Aydın’ın Çine ilçesinden başlayıp, Bozdoğan’a doğru uzanan Madran Dağları’na çevirdik. Madran Dağları’nın en dağınık köylerinden biri olan Alabayır’a geldik. Diğer köylerin aksine çok geniş bir alana yayılan, köyün bir ucundan diğer ucuna engebeli kayalıkları aşarak gitmenin neredeyse 1 saat süreceği komşuluk ilişkilerinin yaşandığı bir yer Alabayır. Eski su değirmenleri yıkılınca, tüm aletlerini köye getirip elektrikle ama eski sistemle unlarını elde ediyor Alabayır’lılar.
Köye geldiğimizde artık kentlerde pek fazla yaşanmayan, yaşansa da sektör haline gelen minibüslerde çarşının ortasında dağıtılan geleneksel bir adetle karşılaştık. Köyün yaşlılarından birinin vefatının 52. Günü dolayısıyla, köy kadınlarının imece usulüyle birleşerek lokma döküp, kara kazanlarda aşure kaynattıklarını gördük. 60 kişi olmamıza rağmen bizleri Anadolu köylerinin kaybolmayan misafirperverliğini gösterip, ikram ettikleri aşurelerden ve lokmalardan yedik. Alabayır’ın yöre taşlarından yerel ustalar tarafından yapılmış her biri sanat eseri niteliğindeki otantik taş evlerini inceledik. Evler yapılırken, yakındaki antik kentin uzantısında bulunan tarihi taşların ve şırnaların duvarlarda devşirme olarak kullanıldığını gördük. Köyün muhtelif yerlerinde bulunan lahit mezarların, yöre insanları tarafından taş evlerin damlarını inşa ederken kullandıkları tekniğin aynısını, mezarın üstünü kapatırken de kullandıklarını gördük. Antik dönemde mezar olarak kullanılan lahitlerin, yöre insanları tarafından tahıl deposu olarak kullandıkları ve üzerine yaptıkları ilaveleri de lahite uyumlu bir şekilde yaptıklarını gördük. Alabayır’daki diğer tarihi yapıları inceledikten sonra, muhteşem tabiatın içinde yürüyüşe başladık. Latmos’un kuzeydoğu uzantısı olan bu coğrafyada da, gökten yağmış gibi duran devasa boyutlu kayaları inceledik. Birbirinden ilginç figürlerin yaratıldığı kayaları hayranlıkla izledik. Doğayla bütünleşen yöre evlerini gezdik, ustaca yerleştirilmiş ve kilometrelerce devam eden Çine arazilerinin sınırlarını belli eden taş duvarlarını inceledik.
Klasik Türkiye konusunda uzmanlaşmış bir arkeolog ve yazar olan ve Anadolu’nun antik kentlerini dolaşan George Ewart Bean’in “ Burada ki kalıntılar öyle dikkat çekici ve alışılmadıktır ki, bana göre daha büyüleyici bir yer yoktur” dediği, Gerga Antik kentine geldik. Gerga antik kentinde günümüze kadar sağlam gelmiş olağanüstü güzellikte bir mimariyle yapılmış tapınağın önünde, profesyonel turist rehberi üyemiz Ergül KOCAMAZ tarafından kentin çevresi ve dönemiyle ilgili bilgi verildi.
Her gidildiğinde farklı detayların yakalandığı, devasa boyuttaki kayaların içinde, ölmez ağaç zeytinliklerin arasında birden karşınıza çıkan ve başka yerde göremeyeceğiniz özelliklere sahip, insanı tarihin derinliklerine götüren bu gizemli antik kentin kalıntılarını inceledik.
Diğer antik kentlerden farklı olarak hiçbir mermerin ve başka bir taşın kullanılmadığı, bölgenin gnays kayalarından inşa edilen kentin yapılarını incelediğimizde, taşların üst üste konularak, ancak mimari bir teknik ve büyük bir ustalıkla yerleştirildiklerini, özellikle tapınağın tavanının ahşap görünümlü bir teknikle yapıldığını hayranlıkla izledik.
En çok ilgimizi çeken detaylardan biri, kentin çevresindeki antik yolların üzerinde devasa kayalara kazınan yaklaşık 1 mt. Büyüklüğündeki Gerga, Gergakome(Gergaköyü) şeklindeki yazılar oldu.
Gerga’da üzüldüğümüz detaylardan biri, George Bean’in “gördüklerim arasında emsalsiz” dediği, aynı zamanda Fransız araştırmacı G. Cousin’in 1899 yılında daha iyi durumda gördüğü muhteşem heykelin kalan parçalarını inceledik. Cousin’in gördüğü “kocaman ağzıyla ve birbirinden ayrık küçük gözleriyle kesinlikle anormal” dediği başın bugün yerinde olmadığını, sadece kaidenin tahrip olan aslan başlarını ayak parmakları şeklindeki kaidenin kalıntılarını görebildik. İkinci üzüldüğümüz detay ise, Gerga’ya her geldiğimizde ne yazık ki tarih bilincinden yoksun, define aramak için burayı köstebek yuvalarına çeviren, binlerce yıllık insanlık miraslarını zarar veren kaçak kazıcıların tahribatları oldu.
Bazı kaynaklara göre mezar denilen ancak George Bean’a göre, bölgenin arazi ve iklim koşulları değerlendirilerek, üzerinde Gerga ve Gergas yazılı yapıların çeşme binaları olduğunu söylediği kalıntıları inceledik. Uygarlıklar coğrafyası olan Aydın’ın pek fazla bilinmeyen en gizemli antik kentlerinden biri olan Gerga’yı görmenin keyfini yaşadık, kültürel bir eksikliği giderdik.
10 yıl önce bize ikram edilen aşurelerini yediğimiz Kemer Mahallesinin ve Gelingeçmez köprüsü olarak bilinen bir zamanlar üzerinden yürüyerek geçtiğimiz 2300 yıllık İncekemer Köprüsü’nün olduğu alana doğru yürüdük.
Asırlarca altından suların geçtiği İncekemer Köprüsü’nün günümüzde artık üzerinden de suların geçtiğini ve Kemer Mahallesinin artık suların altında kaldığını, üzerinde Çine baraj gölünün sularının yükseldiğini görüp, eski günleri hatırladık.
Çine Çayı’nın doğa harikası görüntülerini düşünerek, rehberimiz Ergül KOCAMAZ’dan, flütüyle Tanrı Apollon’a kafa tutan Marsyas’ın dramatik öyküsünü dinledik.Madran Dağı’nın doğasını, tarihini, insanlarını görmenin ve tanımanın keyfini yaşadık, önümüzden kaçan yaban tavşanlarının yaşam mücadelesini gördük.
Dönüşümüzde Çine Özel Arıcılık Müzesi’nde sergilenen Anadolu’nun farklı yörelerine ait bal üretme malzemelerini inceledik. Meşhur Çine köftelerini, zeytinyağlı piyaz ve tereyağlı lavaşlarla tatma fırsatı bulduk. Günümüzde daha çok doğasını ve tarihini koruyan yerlerin turizmde ön plana çıktığını ve talep olduğunu görmekteyiz. Doğa ve tarihin iç içe olduğu, yöre insanının geleneksel yaşamlarının büyük ölçüde devam ettiği bölgelerde, yeni gelişen bir turizm çeşidinin büyümektedir. Doğa koruma örgütleri ve yürüyüş gruplarının öncülüğünü yaptığı faaliyetlerle keşfedilen bu tip alanlar, son yıllarda dikkat çekmeye başlamıştır. Bütün dünyada da görüldüğü gibi, bu tür faaliyetlerin yöre insanlarının ekonomisine, doğanın ve tarihin korunmasına katkı yapmaktadır. Bazen olumsuz durumlar gözükse de, genellikle çevre bilincini almış kişilerin yapmış olduğu ekoturizm sayesinde, doğanın korunması ön plana çıkmakta ve yeni koruma alanları oluşabilmektedir.
Bu tür alanlarda harap halde bulunan insanlık miraslarının restorelerine önem verilmekte ve ekoturizme kazandırılmaktadır. Özellikle Aydın coğrafyasının ekoturizm faaliyetlerinin dört mevsim yapılabileceği iklim şartlarına elverişli olması, doğal kaynak türlerinin zenginliği, binlerce yıllık uygarlıklara ev sahipliği yapmış birbirinden değerli antik kentlerin varlığıyla, Türkiye’de ekoturizm faaliyetlerinin yapılabileceği alanların başında gelmektedir. Çevreye saygılı, doğayla barışık insanların yaptığı ekoturizm faaliyetlerinin Aydın’da gelişmesi, alt yapılarının düzenlenerek koruma-kullanma dengesi çerçevesinde yapılması için, başta kamu kurumları, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütlerine önemli görev düşmektedir. Bu hem doğanın korunmasına, hem tarihe sahip çıkılmasına, hem de yöre insanlarının refahının yükselmesine katkı yapacaktır.