Türkiye’nin pekçok kenti karla boğuşurken, kara özlem duyan bir kentin yaşayanları olarak kar görmeye Gölcük’e gittik.Etkinliğimizin ilk durağı Ödemiş arkeoloji Müzesi oldu. Profesyonel turist rehberi üyemiz Elif Suyabatmaz tarafından müzeyle ve oluşturulan eserlerle ilgili bilgi verildi. Ödemişli eski eser koleksiyoneri Mutahhar BAŞOĞLU tarafından, müze yapılmak üzere bağışlanan arsasının üzerine zemin kat üzerine çadır formunda inşa edilen müzedeki eserler tanıtıldı. Dönemlerine ait pişmiş topraktan yapılmış seramik, cam, altın, gümüş, bronz ve kemikten yapılmış eserlerin yanında, açık teşhirde mermerden heykel, heykelcikler ve mezar örnekleri ve diğer eserler incelendi. Arkeolojik eserlerin yanı sıra etnografik eserlerde tanıtıldı. Osmanlı Dönemine ait silahların oluşturduğu, bakır ve gümüş eşyalar, cam eserler, el işlemeleri, çeşitli takılar, mankenlerin üzerindeki giysi örnekleri ile el sanatlarına ilişkin örnekler ilgiyle izlendi.
2. Durağımız Ege’nin en güzel ve en iyi korunmuş yerleşimlerinden biri olan Birgi oldu. Çınar ve ceviz ağaçlarının içine kurulu, özgün mimarili evlerinin arasından taş döşeli yollarda yürüyerek Birgi’nin tarihi incelendi.Tarihi surların üzerine yapılmış evleri, hanları, hamamları rehberimiz Elif Suyabatmaz ve Ödemişli üyemiz yerel rehber Mustafa Aktaşoğlu tarafından anlatıldı.Aydınoğulları Mehmet beyin oğlu olan uzun boylu, sağlam yapılı, etkileyici ve heybetli heykeli önünde, ilk Türk denizcileri arasında yer alan Umurbey’in hayatıyla ilgili bilgi verildi.
Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından 1312’de yaptırılan Ulu Cami ziyaret edildi. Çivi kullanılmayan ahşap işçiliğiyle dikkat çeken caminin, Türk-İslam mimarisinin en iyi örneklerinden biri olduğu söylendi ve çinilerle kaplı minaresi, devşirme parçaları, farklı tavanıyla ilgi çekti. Harika bir işçilikle yapılmış caminin mimberinin kapısının 1993 yılında çalındığı ve 1995 yılında İngiliz Scotland Yard’ın bir görevlisi tarafından Türk gazeteci Özgen Acar’ın aranarak, çalınan kapının Londra’da Christie’s Müzayede Evi’nde satışa çıkarıldığı bildirildiği ve 1995 yılı sonunda kapının Türkiye’ye iadesinin sağlandığı söylendi.
Birgi’nin, olağanüstü güzellikte bir işçilikle yapılan Çakırağa Konağı ziyaret edildi. 1763 yılında Deri Tüccarı Şerif Ali Ağa tarafından, ahşapları Venedik’ten getirilerek yapılan 3 katlı konağın odalarında inceleme yapıldı. Konağın en ilgi çeken bölümleri, Şerif Ali Ağa’nın İzmir ve İstanbul’lu eşleri için yaptırdığı karşılıklı odalar oldu. Ulaşım şartlarının zor olmasından dolayı odalarının duvarlarına İzmir ve İstanbul resimleri yaptırarak, eşlerinin memleket hasretinin bir miktar giderildiği söylendi.
Tarihteki eskiyle, yakın dönemin eserleri birbirine karışmış olduğu görünse de, Birgi’de betona izin verilmediği ve özgün mimarinin büyük ölçüde korunduğu gözlendi. Birgi’den sonra kar görmek için Gölcük’e çıkıldı. Ödemiş’ten yarım saat sonra iklimin birden nasıl değiştiği hayretle gözlendi. Dozerlerin orman yolunu açtığı bölümlerinde riske girmeden kısa yürüyüşler yapıldı. Memleketin birçok yerinde insanlar karla yaşam mücadelesi verirken, karı sadece televizyonlarda görenler, çocuklar gibi sevindi. Kimi kartopu oynarken, kimi de donan Gölcük’ün enfes fotoğraflarını çekti.
Kendi memleketimizde hiç göremediğimiz manzaraları görmenin sevincini yaşadık. Tarlaların karla kaplı olmasından, traktörlerin dinlenmeye çekildiğini ve kardan motor olduğunu gördük, Gölcük’ün kardanadamıyla hatıra fotoğrafı çektirdik.
Karların içinde ürünlerini satmak isteyen yöre insanlarından alışveriş yaptıktan sonra, Ödemiş’e inerek meşhur tereyağlı Ödemiş köftelerden yiyerek, Kuşadası’na geri döndük.