Bu haftaki etkinliğimizi Yatağan’ın doğal ve kültürel zenginliklerinin olduğu bölgede gerçekleştirdik. Karia Bölgesi’nin en önemli kentlerinden biri olan “Ölümsüz Aşkların ve Gladyatörlerin Kenti” olarak bilinen Stratonikeia’yı inceledik.2008 Yılından beri, Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Bilal SÖĞÜT’ün başkanlığında devam eden araştırma, kazı ve restorasyon çalışmalarını yerinde gördük. Yönetim Kurulu Üyemiz ve profesyonel turist rehberi olan Yeşim CİNBAŞ tarafından, kentle ilgili bilgilendirme yapıldı. Hellenistik Dönem boyunca, Seleukos, Ptolemaios, Makedonyalılar, Rodos ve Roma arasında el değiştiren kentte, Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilmesiyle birlikte, Türk beylikleri zamanında ve sonraki dönemler de yerleşmelerin devam ettiği görülmektedir.
Geç Osmanlı Dönemi’nde, Stratonikeia’ya yerleşen ağaların yaptırdığı konakların bazılarının günümüzde restore edildiğini görmekteyiz. Antik kentin içindeki köy önceki yıllarda boşaltılarak, bugünkü Eskihisar’ın olduğu alana taşınmış olmasına rağmen, bazı ailelerin eskiden olduğu gibi yaşamlarını Stratonikeia’nın içinde devam ettirdikleri görülmekte. Hem Osmanlıların hem de Cumhuriyet Dönemi’nde yaşayanların yapılarında antik dönem taşlarını devşirme olarak kullandıklarını gördük. Rehberimiz Yeşim CİNBAŞ tarafından Kuzey Şehir Kapısı ve Antik Çeşme yapısında bilgi verildi. Lagina Hekate Kutsal Alanı’ndan gelen Kutsal Yol’un, nekropol içinden devam edip, görkemli şehir kapısından geçilerek Sütunlu Cadde’ye girdiğini gördük.
Kuzey Şehir Kapısı gibi görkemli yapıları olan Stratonikeia’nın, ızgara planlı inşa edilen düzenli kentlerden biri olduğu düşünülmekte. Dışarıdan kente girenlerin ve kent içinden gelip çeşmeyi kullanmak isteyenlerin toplandığı alan olan Sütunlu Cadde’de kentin önemli kişilerinden birine ait olduğu düşünülen bir anıtı ve mozaiklerini inceledik. Bilinen en büyük Gymnasion olan yapının Stratonikeia’da ilk kazılan yerlerden biri olduğu ve olağanüstü mimarisiyle dikkat çektiği görüldü. Bouleuterion’un duvarlarındaki Latince yazıtlarda; Roma Dönemi’nde Stratonikeia’da satılan mallar ve bunların fiyatlarının kayıt altına alındığı, böylelikle kent içindeki satışların kontrol altında tutulduğunu ve olması muhtemel enflasyonun önlendiğini öğrendik.
En az 3 hamamın olduğu bilinen Stratonikeia’daki Roma Hamamı’nı inceledik. Greko-Romen tipinde yapılan tiyatronun 15.00 kişilik olduğu ve hemen üzerinde bir İmparatorluk Tapınağı olduğu görülmekte. Yaşayan antik kentlerin en güzel örneklerinden biri olan Stratonikeia mutlaka görülmesi gereken çok özel bir kent. Burada çalışma yürüten başta Prof. Dr. Bilal SÖĞÜT olmak üzere tüm bilim insanlarını kutlamak gerek. Stratonekia antik kentini gezdikten sonra, Kapubağ köyünden yürüyüşe başladık.
Bahar günlerini anımsatan bir havada yürümenin keyfini yaşadık. Harika rengi olan bir gölle karşılaştık. Muhteşem manzara karşısında anı fotoğrafları çektik.
Ancak göl kıyısına indiğimizde hiçbir canlının yaşamadığını, bitkilerin tamamen kuruduğunu farkettik. Gölde en ufak bir canlının dahi kıpırtısının olmadığını gördük. Yukarıdan muhteşem görünen ancak yanına gelindiğinde gerçekle karşılaşılan gölün aslında Yatağan termik Santralına ait atıkların döküldüğü ve bastırıldığı Kül Gölü olduğunu öğrendik. Üniversite raporunda göldeki suda kadmiyum ve kurşun değerlerinin yüksek oranda bulunduğu mutlaka önlem alınması gerektiği belirtilmiş. Etrafında küçükbaş hayvanların ve insanların dolaştığı gölde, bizim bile zor gördüğümüz 2 küçük tabelayla önlem alınmış.
Kül Gölü’nün üzücü manzarasından sonra, eski bir alevi köyü olan Meyistan’a geldik.
İlginç mimarisi olan 2’şer katlı Meyistan evlerinde hiç oturan yok. 18.yy.’da kurulan köyde yaşayanlar önce odunculukla geçinmişler. Daha sonra hayvancılık ve zeytincilik yapmışlar. Nüfusun artmasıyla ve çevresel etkilerle başlayan göç sonunda köyde hiç yaşayan kalmamış. Göçler Milas’ın koru köyüne ve Yatağan’a yapılmış.
Bilgisayarların, cep telefonlarının olmadığı dönemlerde, kendi yaratıcı zekalarıyla buldukları dokuztaş oyunlarının oynandığı taşların hala durduğu köy, bir film platosunu andırmakta. Aslında ekoturizm faaliyetleri için çok önemli bir alan olan Meyistan’a gerekli ilgi gösterilmezse, yakın bir zamanda tarihe karışacağı görülmekte. Birçok dramım, sevinçlerin ve yazılmayan hikayelerin geçtiği Meyistan ilginç mimarisiyle yok olup gitmeden görülebilecek yerlerden biri.
Meyistan Mezarlığında tarihin izlerini bulmaya çalıştık, köyün piri Kayıp Sultan’ın kabrini ziyaret ettik. Meyistan’ı yalnızlığıyla baş başa bırakıp, tekrar ormanların içine dalarak yürüyüşümüze devam ettik.Tarihe tanıklık eden yaşlı çınarı inceledik. Yaşlı çınarın yanında yöresel yemeklerle karnımızı doyurduk.
Bir diziyle şöhret olan Bozüyük’te (Namı diğer Güzelköy) Kültür evini, sokaklarını, otantik Osmanlı Evlerini dolaştık. Muğla Valiliği’nin ve Büyükşehir Belediyesinin restoresinde ve turizme kazandırılmasında büyük emek harcanan Bozüyük’te, ekoturizmin en önemli amaçlarından biri olan alışveriş yaparak yöre halkına katkıda bulunduk. Pınarbaşı Aplangeç’in harika manzarasında kahvelerimizi içtikten sonra Kuşadası’na geri döndük. Doğasını ve çevresini büyük ölçüde koruyan yerlerin her zaman kazanacağını gördük.