Panionion’da toplanan İonlardan “Kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimde kurmuşlardır” diye bahseden Heredot’un söylediği yerlerin başında, antik ismi Mykale olan Samos’un karşısında denize doğru uzanan Dilek Yarımadası gelir. 50 yıl önce bu yarımadadaki zenginliğinin farkına varıp, ileride olabilecekleri kavrayıp gören duyarlı insanlar, 1966 yılında doğa harikası bu yarımadayı Milli Park yaparak, Batı Anadolu’daki en bakir coğrafyanın korunarak bizlere kadar gelmesini sağlamışlardır.
Kuşadası ve Söke’nin arasında bir cenneti andıran Dilek Yarımadası, zengin doğal ve kültürel kaynak değerleriyle önemli doğa, bitki, kuş ve memeli alanıdır.
Menengiç, Sakız ağacı, Keçiboynuzu, Kocayemiş, Ayı Fındığı, Dişbudak, Akça Kesme, Sandal ağacı, Erguvan, Sumak, Kermes Meşesi, Kızılçam gibi türlerin birbirine karıştığı görülmektedir. Buradaki bitki çeşitliliği nedeniyle Avrupa Konseyinin yürüttüğü, Avrupa Biyogenetik Rezervleri Ağı tarafından, flora biyogenetik rezervi olarak kabul edilmektedir.
Günümüzde artık ağacını bile görmekte zorlandığımız meşelerin, Milli Parkta orman toplulukları oluşturduğu görülmektedir. Tüm bu zengin kaynak değerleri Uluslararası sözleşmelerle birlikte, 2873 Sayılı Milli Park Kanunu’na göre koruma altındadır.
Yaz aylarında binlerce insan ve aracın girdiği Milli Parka, ne yazık ki diğer aylarda çok az insan girmektedir. Aslında Yaz aylarındaki bu baskının diğer aylara yayılması Milli Parkın geleceğini de yakından ilgilendirmektedir.
Milli Parkın sadece denize girilen ve piknik yapılan bir yer olmadığı, kış ve bahar aylarında izin verilen alanlarda yapılabilecek pek çok faaliyetin olduğu bilinmelidir.
Yaz aylarının aksine bahar aylarında coşan muhteşem doğasında birbirinden ilginç ve hiçbir yerde görülmeyen birçok bitkiyle karşılaşmak mümkündür.
Milli Park içindeki 4 koyda, Botanik parkurunda ve Olukludere Kanyonu’nda rengarenk açmış yüzlerce bitki görülebilir ve fotoğraflanabilir.
Yarımadanın güneyinde kontrollü girilen ve izin verilen alanlarda da farklı ve endemik türlerin olduğu görülmektedir.
Bahar aylarında renk armonisi oluşturan bitkilerin arasında yürünebilir ve Milli Parkın olanaklarından faydalanılabilir.
Milli Parktaki son koy olan Karasu’dan sonra, insan girişine ve faaliyetine yasak olan Mutlak Koruma Zonu içinde bulunan alan gelmektedir. İnsan faaliyeti olmadığı için buradaki bitki toplulukları neredeyse yolu kapayacak kadar özgürce büyümekte olduğu görülür.
Bir doğa hazinesi niteliğindeki bu alanda bitkilerin kardeşçe yaşamasının ve hiçbir yerde görülmeyen muhteşem peyzajının nedeni insan girişinin olmamasıdır.
Yaban hayvanları, yırtıcı ve diğer kuş türleri, sürüngenler, bitki ve ağaç türleri ve bakir kıyılarında önemli deniz canlılarının yaşadığı biyolojik çeşitlilik koruma alanıdır.
Milli Parkın çevresinde son 50 yıldan günümüze meydana gelen yoğun yapılaşmalar ve açılan tarımsal alanlar, yüzlerce yıldır devam eden yaban hayatının tüm koridorlarını yok etmiştir.
Bu nedenle Anadolu Parsı gibi çok önemli bir türün kaybedildiği, Milli Parkın mutlak koruma alanına sıkışıp kalan diğer canlıların yaşam savaşı verdiği görülmektedir. Bu canlıların türlerini devam ettirebilmesi, yarımadanın bu bölümünün çok iyi korunmasına ve kesinlikle insan faaliyetlerine izin verilmemesine bağlıdır.
Hala endemik türler görülebiliyorsa, bu bilinmelidir ki insan faaliyetlerine izin verilmiyor ve türler özgürce yaşamaya devam ediyor.
Bugüne kadar içinde endemik türlerin olduğu 804 bitki türünün varlığı tespit edilen Milli Parkın hiç umulmayan köşelerinde bilim insanlarını sürprizler beklemektedir.
Özgürlüklerinden dolayı devasa boyutlara ulaşan adaçayları ve kekiklerin dayanılmaz kokuları böcekleri kendisine çekmektedir.
Bölgemizde tek kalan 11 bin hektarlık bu doğa hazinesine ve oksijen depomuza para hırsı olanlar değişik projelerle girmeye çalışacaktır. Şu andaki mevcut Uluslararası Sözleşmeler ve Kanunlar bunu engellemektedir. Buradaki biyolojik çeşitliliğin kaybolmaması için, Batı Anadolu’nun bakir kalan son doğa alanına, Kuşadası’nda herkesin sahip çıkması ve duyarlılık göstermesi gerekir.
Mutlak korunması gereken alanların haricinde, günübirlik kullanım alanlarına yaz aylarında meydana gelen insan ve araç baskısının da engellenmesi, sürdürülebilir olması, tehditlerden uzaklaştırılması gerekir. Milli Parktaki faaliyetleri batıya doğru zorlamak yerine, mevcut sınırlarının Kurşunlu Manastırı’nı da içine alacak şekilde genişletilerek, doğuya doğru koruyucu tampon bölge oluşturulması daha olumlu olacak ve koruyacaktır.