1966 Yılında Milli Park statüsü alan, zengin biyolojik çeşitliliği, delta, orman, maki ekosistemi ve yarımada özelliğiyle Türkiye’nin en iyi korunan alanları arasında gösterilen Kuşadası’nın ve ülkemizin en önemli doğal miraslarından biri olarak kabul edilen Dilek Yarımadası-Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’nın doğal ve kültürel zenginlikleri, Milli Park müdürlüğü işbirliğiyle EKODOSD üyelerine tanıtıldı.
Denize dik inen yarları ve girintili çıkıntılı doğa harikası koylarıyla birlikte Samos Adası’nın güzel görüntüleri izlendi.
Antik dönemin ünlü coğrafyacısı Strabon; M.Ö. 50’li yıllarda, Menderesin denize döküldüğü yerlerden sonra, yukarıda Dilek Yarımadası’nın üstünde yabani hayvanlarla dolu ve ağaçlarla kaplı olan “Mykale Dağı”ndan söz eder. Anadolu Parsının 60’lı yıllara kadar Batı Anadolu’da yaşadığı son nokta olan bu yarımada da vahşi yaşamın devam ettiği görüldü.
Eski yıllarda Kuşadası deri tabakhanelerinde palamutlarının kullanıldığı, günümüzde ormanlaşmış olarak sadece yarımadada bulunan meşe ağaçlarının muhteşem görüntüleri izlendi.
Yüzlerce yıldır tarihe tanıklık etmiş anıt meşe ağacı hayranlıkla izlendi, anı fotoları çekildi.
Bir yıldırım sonucu kırılan dalındaki insana benzeyen görüntüsü hayretle incelendi.
Türkiye’nin en zengin makiliklerini oluşturan Milli Parktaki Sandalların insan vücuduna benzeyen pürüzsüz gövdelerine hayran kalındı.
Korunan alan içindeki ölü orman ağaçlarına hiç dokunulmadığı, ölü ağaçların ormanda bulunan diğer ağaçlara, bazı hayvan ve kuş türlerine besin ve organik madde sağladığını bu nedenle orman ekosistemi için çok önemli olduğu söylendi.
Avrupa Konseyi tarafından “Flora Biyogenetik Rezevr Alanı” olarak kabul edilen Milli Parkta, Akdeniz’den Kafkasya’ya kadar olan bitki türlerinin görülebildiği, her mevsim içinde endemik türlerinde olduğu farklı bitkilerin çiçek açtığı söylendi. Harika görüntüleri ve kokusuyla nergisler incelendi ve fotoğrafları çekildi.
İnsan baskısı nedeniyle artık kıyı kumullarında pek görülmeyen nadir türlerden olan kum zambaklarının, koruma altında bulunan Milli Parkın en bakir kumlu plajında yaşamaya devam ettikleri görüldü.
Zengin yaban hayatının devam ettiği Milli Parkta, yabanileşmiş atların özgür bir şekilde dolaştıkları görüldü.
Milli Park sınırları içinde bulunan Büyük ve Küçük Nero koylarındaki Sandal, Tavşan ve Alçak Su Adaları izlendi. Özellikle Büyük Nero koyunun deniz erişteleri açısından çok önemli olduğu, buradaki tatlı su kaynaklarının hem kara hayvanlarına hem de deniz ekosistemine büyük zenginlik kattığı anlatıldı. Hava muhalefetinde tekneler için doğal bir liman olan koyda, tekne çapalarının eriştelere zarar vermemesi için, ızgara sistemli şamandıra modelinin yararlı olacağı söylendi.
Adını ünlü düşünür ve matematikçi Pythagoras’tan alan Samos’un Pythagorion kenti izlenerek, Milli Parkın tarihinde birçok olaya tanıklık eden bir koya gelindi. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, tarihte bu koyda meydana gelen bir olay için söylediği "Kanuni vazifesini yaptığı anlaşılan Türk eri Balıkesirli Musa, yerinden alınamaz ve cezalandırılamaz. Gerekirse Musa için Britanya İmparatorluğu ile hali mahasama (savaş) göze alınır... Kızılcahamam'dan şimdi Ankara'ya hareket ediyorum. Ege Bölgesi'nde kısmi seferberlik emrini veriyorum." Sözünü söylemesine neden olan, Kanapiçe Koyu Olayı yerinde anlatıldı.
Sanatın, bilimin ve ticaretin yoğun olduğu Milli Parkın çevresinde antik dönemin en önemli uygarlıkları kurulmuş. Milli Parkın içinde bu uygarlıklardan kalan tarihi miraslar incelendi.
Milli Parkı güneyinde Eskidoğanbey köyünde bulunan Ziyaretçi Tanıtım Merkezi’nin 2. Cisi, kuzeyde bulunan giriş kapısının hemen yanında hizmete girdiği görüldü. Buradaki ZTM gezilerek, işleyişiyle ilgili bilgi alındı.
Milli Parktan sonra, organik tarımın yapıldığı Değirmen Çiftliğindeki dünyada benzeri olmayan Tarihi Zeytin ve Zeytinyağı Müzesi’ne gelindi. EKODOSD’un onursal üyeleri olan Gürsel ve Hasan TONBUL çiftine ait çiftliğin hemen yanında kurulan müzenin hikayesi, Gürsel TONBUL tarafından EKODOSD üyelerine anlatıldı. Atalarından almış oldukları toprak ve zeytin sevgisine, tarih ve coğrafya bilgisini de ekleyerek bu müzeyi oluşturduklarını anlatan Gürsel TONBUL, gelecek nesillere bu değerli müzeyi armağan ettiklerini ifade etti.
Yılların birikimi, titiz bir çalışma ve olağanüstü güzellikte bir sergilemeyle etnoarkeolojik bir müze haline getirilen Oleatrium’da, zeytinyağının tarihine ışık tutan bir yolculuk yapıldı. Müzede bulunan tüm objeler arkeolog Remziye KARACIK tarafından, antik dönemden yakın döneme kadar yağın sofraya gelmeden öncesinde yaşanan ve çekilen çileli zahmetler, güzel bir sunuyla anlatıldı.
Gürsel TONBUL tarafından zeytinden elde edilen yağın, antik dönemden günümüze kadar nerelerde kullanıldığı, tarihsel süreç içinde her uygarlığın zeytinden yağı çıkarırken kullandıkları teknikler ve günümüz teknolojisinin bunlardan nasıl yararlandığı anlatıldı.
Dönemi yansıtan düzenlemeler, geçmiş medeniyetlerde kullanılan objeler, slikondan yapılmış sanki canlı gibi duran o dönemi yansıtan insan figürleriyle bütünleşen görsel zenginlik, tüm üyeleri etkiledi.
Zeytinyağı üretiminin gösterildiği 10 salonda, tarihsel sıralamanın ahşap ve insan gücünden başlayarak, elektrikli makinelerin kullanılmasına kadar geldiği görüldü.
Erken sanayi dönemine ait aletler çalıştırılarak işlevleri anlatıldı. Sistemdeki tüm aletlerle zeytinyağının sıkılabildiği söylendi.
Müzenin salonunda Gürsel TONBUL tarafından, ürettikleri zeytinyağlarının çıkarılma sürecine ait bir sunum gerçekleştirildi. Sunumdan çok etkilenen üyeler, bundan sonra kullandıkları zeytinyağına daha farklı bakacaklarını söylediler.
Kuşadası turizmi için çok büyük bir zenginlik olan, aynı zamanda gelecek nesillerin zeytin ağacına sahip çıkmaları yönünde önemli mesajlar veren Oleatrium Tarihi Zeytin ve Zeytinyağı Müzesi önünde Gürsel TONBUL’a teşekkür ederek, bir anı fotoğrafı çektiren üyelerimiz, daha sonra Değirmen Çiftliğine geçtiler.
Değirmen Çiftliğinde üretilen organik ürünlerin satıldığı dükkanlardan alışveriş yapan üyelerimiz, sıcak çaylarını yudumlayıp, doğa harikası bir alanı gezmenin ve kutsal ağaç zeytinin ve zeytinyağının tarihsel sürecini öğrenmenin mutluluğunu yaşadılar. Her iki alan, Kuşadası’n da yapılacak ekoturizm faaliyetleri için bir bütünlük oluşturmaktadır. Bu konuda Türkçe-İngilizce bir tanıtım kitapçığı hazırlamayı düşünüyoruz.