Antik dönemde tarihin en zengin uygarlıklarına ev sahipliği yapan Aşağı Büyük Menderes Havzası’nın kuzeyindeki Mykale dağına tırmandık bu hafta. Antik Priene kentinin depremden sonra yıkılmasıyla, Samson adında Bizanslı bir beyin adına kurulan Samson kasabasını, tarihin derinliklerine gömüldüğünden bulamadık. “Samson’un Dağları” olarak bilinen, günümüzdeyse yöre insanları tarafından Samsun’a çevrilen dağda sütleğenlerin içinde yürüdük.
Biyoçeşitlilik bakımından çok zengin olan bölgenin güzelliklerini keşfettik.
Ünlü bir heykeltıraşın estetik bir eseri gibi duran, doğanın kendi yarattığı “ağaca sarılan kadın” sarmaşığını hayranlıkla izledik. Çınarla bütünleşen bu harika sarmaşık, umarız uzun yıllar ömür sürer.
Zeytinlik yolu açılması sırasında meydana çıkan, içinde yarasaların yaşadığı ve sarkıtların olduğu mağaranın içine girmeden izledik. Orman ve Su İşleri Aydın İl Şube Müdürlüğü ve Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne incelenmesi için bilgilendirdik.
Zaman zaman hard-trekking şeklinde geçen yürüyüşte yorulsak da, coğrafyanın muhteşem güzelliği yorgunluğumuzu dindirdi.
“Serafino Dağların Aşkı” filmindeki gibi, herkes Mykale Dağı’na aşık oldu.
Geçmiş yıllardaki keçi sürülerinden kalan 3-5 sürünün yaşam mücadelesinin devam ettiğini gördük.
Çobanlarda meslektaşları azaldığından, muhabbet edecek kimse de bulamadığından kendilerini meşgul edecek yaratıcı işlerle uğraştıklarını gördük.
Adını tarihteki ünlü bir savaşa veren Mykale, Yunanlıları Pers istilasından kurtaran iki büyük savaştan biridir. İşte bu savaş günümüzün Samsun ya da Dilek dağında “Mykale Savaşı” olarak tarihe geçmiştir. Bugün biz de son derece etkileyici olan Mykale Dağı’nı, savaştan uzak bir şekilde harika manzaralarını izleyerek yürüdük.
Antik çağın ünlü tarihçisi Herodot’un “burada yaşayan insanlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altına ve en güzel iklime sahip yörede kurmuşlar.” Dediği, Antik Priene kentinin ünlü akropolüne indik.
Alman arkeolog Theodor Wiegand’ın “Küçük Asya’nın Pompeisi” dediği antik dünyanın ızgara sistemli kenti Priene’nin tarihini, üyelerimizden profesyonel turist rehberi Hakan Bahçecioğlu anlattı. Priene kentinin mitolojik hikayelerini anlatıp, özellikle üstünde bulunduğumuz akropolünün benzersizliğini, bölgemiz için ne kadar önemli olduğunu herkesin bilmesi gerektiğini söyledi.
Yüzlerce metre yukarıdan 12 İon kentinden biri olan Priene’yi, Aşağı Büyük Menderes Havzası’nın geometrik şekilli ovalarını, Bafa ve Azap Göllerini, menderes taşkınlarını, İonlar ve Persler arasındaki dünyanın en kanlı deniz savaşının geçtiği Lade Adası’nı aynı anda görerek, izlemekten büyük keyif aldık.
Çok az insanın görebildiği bu harika manzaralar eşliğinde, yanımızda getirdiğimiz kumanyaları afiyetle yedik.
Ege’de görülebilecek en güzel ve keyifli alanlardan biri olan bu muhteşem coğrafyayı herkesin görmesini diliyoruz.
Buraya gelenler, arkalarında bu eşsiz manzaraları bırakıp ayrıldıklarında, akıllarında kalan tek şey “Herodot haklıymış…” oluyor. 1751 yılında Yunan adalarında meydana gelen şiddetli depremden sonra, Osmanlı Devleti tarafından mağdur durumdaki Rum vatandaşların bir bölümünün getirilerek, buradaki Türklerle birlikte yaşadığı Gelebeç’e geldik.
Bu dönemde büyük dostluklar oluşturan bu iki halkın, birçok acıların ve dramların yaşandığı 1922 Türk-Yunan mübadelesinden sonra ayrıldıkları ve değişimle gelen göçmenlerin buraya yerleştirildiklerini öğrendik. Yakın tarihte birçok değişimler geçiren Gelebeç’te, günümüzde de bu değişimlerin devam ettiğini gördük.
1955 yılındaki büyük depremden ve heyelan bölgesinde kalması nedeniyle büyük çoğunluğun göçtüğü Gelebeç’in yeni sakinleri büyük kentlerden gelenler. Eski Gelebeç’in taş evlerini alıp, restore ederek yaşamlarını burada sürdürüyorlar.
Bunlardan birisi de üyelerimizden Necla Artar. Burada Kültür, Turizm ve Kalkınma Derneği “GÜLDER”i kuran Artar, Gelebeç için çalışıyor. En büyük sıkıntısı da, Gelebeç’teki en önemli yapı olan 1821 yılında inşa edilen Aziz Nicolaos Kilisesi. Rumların gitmesinden sonra bir süre cami olarak kullanılan kilise büyük ölçüde ayakta olsa da, geleceği pek parlak görünmüyor. Çöküntülerin başladığı kilisenin içinde defineciler tarafından kazılmadık yer bırakılmamış. Artar’ın en büyük hayali kilisenin restore edilmesi. Mykale dağında olağanüstü güzellikteki bir coğrafyada bulunan Kurşunlu Manastırı’yla, aynı dağdaki bu kilisenin de kaderi aynı. Halbuki bu iki insanlık mirasının restoreleri yapılmış olsa, bölge turizmi için çok önemli alternatif cazibe merkezi haline gelebilirler.
Emekli mikrobiyoloji Uzmanı Necla ARTAR boş durmamış. Gelebeçli kadınlar için bir el sanatları atölyesi oluşturmuş. Kadınlar yönlendirilerek, yarattıkları bez bebekleri Gelebeç’in simgesi haline getirmişler.
Tek sıkıntıları bez bebeklerini satın alabilecek bizim gibi birilerinin gelmesi.
Projelerin uçuştuğu günümüzde, Gelebeç için koruma-kullanma dengesi gözeterek yapılacak doğru projelerle, bu bölge alternatif ve ekoturizm için çok önemli bir merkez olabilir. Çok az yerde bulunan özelliklere sahip bu bölge, doğa, tarih, manzara bütünlüğü, biyolojik çeşitliliği, yakın döneme ait duygulu hikayelerle dolu ilgi çekici bir yer. Doğaseverlerin, fotoğraf tutkunlarının, tarihe meraklıların, gastronomiye ilgi duyanların mutlaka görmesi gereken ender yerlerden biri haline gelebilir Gelebeç.