Hayatımızda gördüğümüz en ilginç köylerden biri olan Lübbey’de zaman tüneline girip, tarihin derinliklerinde bir gezinti yaptık bu hafta.
Derin inen vadinin üzerindeki sarp kayalıklar üzerine kurulan Lübbey’deki evlerin temelinin olmadığını, hepsinin ana kayalar üzerine inşa edildiğini öğrendik. Kartallarının yuvası gibi kayaların üzerine kondurulan evlerin sıra sıra vadiye doğru dizildiğini ve neredeyse komşuların birbirlerine pencereden bir şeyler verebilecek yakınlıkta olduğunu gördük.
Köyün içinde gezen insanların etkilenmemesi mümkün değil. İnsan evlerin arasında gezerken kendini Osmanlı döneminde hissediyor. Kendilerini nazardan korumak için yaptıklarını söyledikleri ilginç detayları taşların arasında görmek mümkün.
Daha henüz kentli insanların keşfedemediği, ancak zaman zaman grupların geldiği Lübbey 80’li yıllara kadar birçok ailenin yaşadığı bir yerleşim yeriymiş. Ancak buradaki yaşam koşullarının zorluğu ve yeni yetişen gençlerin kentlere göçüşüyle birlikte, bir göçüşte köyün kendisinde başlamış. Şu anda Lübbey’ de sanki savaştan çıkmış gibi bir görüntü var. Bu görüntüler gelen insanların içini sızlatıyor. Her an sanki yıkılacakmış gibi duran tarihe tanıklık eden bu taş evler, bir zamanlar İngiliz bir şirket tarafından, daha sonra da bir yerli şirket tarafından alınmak istenmiş. Lübbey’liler vermemişler. Lübbey’lilerin kendi imkanlarıyla burayı sağlamlaştıracak güçte değiller. Ancak devletin ya da Büyük Şehir Belediyesi’nin gücüyle yapılabilecek bir projeyle ayağa kalkabilir.
Köyün içinde gezen bir kişi kendisini yüzlerce yıl öncesin de tur yapmış gibi hissediyor. Köylerin, içinde yaşayanlarıyla hayat bulacağı unutulmamalıdır. Dayanıklı evlerin restorelerinin yapılıp, ev sahiplerinin burada yaşamalarını imkan sağlayacak düzenlemeler yapılması halinde Lübbey canlı bir köy haline gelebilir. Ancak bu insanların burada kalmalarını ve ekonomik güçlerini sağlamaları için de projeler geliştirilmelidir. Doğru projeler hem köyü hem de burada yaşayan insanları ayakta tutacak ve burayı ekoturizm için önemli bir çekim alanı haline getirecektir.
Köyün tek kahvesine girildiğinde insan kendini eski Türk filmlerinde hissediyor. Tahta sandalyeler, duvarda asılı elekler, demir havanlar en ilginci de basit bir ocakta odun ateşinde çay. Kahveci de köyü terk edenlerden. Çocukları okuyor diye Ödemiş’e göçmüş. Lübbey’e yarım saat uzaklıktaki Ödemiş’ten her gün motoruyla köye gelip, burada yaşayan 5 aileye ekmek getiriyor. Kapısına bir koli kartonuna yazdığı telefonunu bırakarak, istendiği takdirde gruplara çay-kahve de yapıyor. Kahve de plastik, naylon barındırmıyor. 40 yıl önce neyse günümüzde de aynısını yaşatmaya çalışıyor.
TRT 1’de yayımlanan ve çekimleri Ödemiş Birgi’de devam eden Yeşil Deniz dizisinde, ana karakterin çocukluğunu oynayan yönetim kurulu üyemiz Mustafa Aktaşoğlu’nun kızı Defne Aktaşoğlu’ da bizimleydi bugün. Ödemişli olan küçük Defne ilk kez geldiği Lübbey’de bol bol fotoğraflar çekti. Lübbey’de dolaşırken bir de sürpriz yaşadık. Bu tür özgün yerleri doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle ve içinde yaşayan insanıyla keşfederek tanıtan ve çevre sorunlarını ekrana taşıyarak duyarlılık mesajları veren CNN TÜRK televizyonundan Güven İslamoğlu’yla Yeşil Doğa programı için çekim yaparken karşılaştık. İslamoğlu üyelerimizle de bol bol röportajlar gerçekleştirdi.
Doğal ve kültürel zenginliklerimizin korunması ve gelecek kuşaklara taşınması açısından ne yazık ki bu tür yayınlar ülkemizde çok az. Yeşil Doğa programı bu güzelliklerin hem tanıtılması hem de korunmasına yönelik önemli görev yapıyor. İslamoğlu’yla sohbet ederek, bu güzel programların devam etmesini söyleyip, katkıları için teşekkür ettik. Burada doğan ve Lübbey’i terk etmeyerek inatla burada yaşamaya devam eden insanlarla yaptığımız sohbetten sonra, bu ilginç ve olağanüstü görüntülerin olduğu eski köyü ardımızda bırakıp, vadiye inmeye başladık.
Yalnızlığın içinde ve yaşamın kıyısında olan ve bir gıdım muhabbete hasret bu insanlar ise “keşke her gün gelseniz de sohbet etsek” der gibi, arkamızdan hüzünlü bir şekilde bakakaldılar.
Derin ve dik inen vadinin muhteşem güzellikleri içinde, yükseklerden gelen kar sularının oluşturduğu şelaleleri izleyerek aşağıya indik.
Hasret olduğumuz temiz suların dağlardan indikten sonra ovalarda ne hale geldiğini görmek hep içimizi sızlatmıştır. Buradaysa pırıl pırıl akan suları görmenin keyfini yaşadık. Ödemiş’e gelerek, haklı olarak gurur duydukları bir müzeyi ziyaret ettik. Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi’nin aslında eski bir otel olduğunu öğrendik. Yok olmaya yüz tutan bu binayı ne hale getirdiklerini ve yaptıkları düzenlemeler ve eserlerle kent müzeciliğinde ne kadar başarılı olduklarını gördük.
Kent bilincine sahip bireylerin sayısını artırma, yöre turizmi ile kültür ve sanat yaşamına katkıda bulunmayı kendine görev edinme ilkesiyle yola çıkan Ödemişliler tarafından müzeye önemli katkıların yapıldığını gördük.
Müzenin güzel ve nadide eserlerini inceledikten sonra, Ödemiş’in nohut mayalı ekmek ve peksimetlerini kapıştık. Ödemiş’ten sonra komşu ilçeye geçerek meşhur Tire köftelerinden yedik. Her kentin kendine has doğal ve kültürel zenginliklerinin olduğunu, ancak bunları koruyanların kazanabildiğini gördük. Doğasına, tarihine, kültürüne sahip çıkarak onları koruma-kullanma dengesi çerçevesinde doğru ve yaratıcı projelerle insanlığa sunanlar her zaman kazanacaktır.