Bu haftaki etkinliğimizi Mandalya Körfezi’nin en güzel koylarından birine doğru gerçekleştirdik. Ilbıra dağlarından yola çıkarak, kent ortamından uzak kızılçam ormanlarının yeşil sessizliğinde yürüdük. Orman kuşlarının cıvıltıları içinde yürürken, yırtıcı kuşların havadaki muhteşem süzülüşlerini gözlemledik.
Ülkenin çoğu yerinde kardan yollar kapanırken, biz Ege’nin farkını yaşayarak baharın güzelliklerini izledik. Kızılçam ormanlarının içinden ölmez ağaç zeytinin bol olduğu bir bölgeye indik. Asırlardır insanlığa meyvelerini vermeye devam eden tarihin canlı tanığına dokunmanın mutluluğunu yaşadık. Antik çağdan günümüze kadar, Akdeniz havzasında yaşayan insanlar tarafından en çok saygı gören, çok değerli ve yararlı bir ağaç türü olan zeytinin önemini anlattık. 1000 yaşın üzerindeki bu tür zeytin ağaçlarının özel bir korumaya alınmasının ve tanıtılmasının gerekli olduğunu söyledik.
“Dağ başında ne yürüyüp duruyorsunuz, deli misiniz, işiniz gücünüz yok mu sizin” diyen köylülere yardım ettik. Yöre halkı tarafından zor koşullarda, büyük zahmetlerle toplanan ve onların en büyük geçim kaynağını oluşturan zeytini, bir ağaçta olsa iki büklüm toplayıp, zorluklarını yerinde yaşadık. Akdeniz uygarlıklarında ticaretin temelini oluşturan zeytine herkesin özel bir değer vermesini ve zeytin ağaçlarının korunmasını söyledik.
Yürüyüşün bitiminde Antik İasos kentiyle içiçe kurulmuş Kıyıkışlacık’a geldik. Kıyı kentlerimizdeki yapılaşma furyasının, bir zamanların bu nostaljik köyünü ne hale getirdiğini gördük. Biz yine de günümüzdeki çarpık yapılaşmaları bir kenara bırakarak, binlerce yıl önceki uygarlıklar ne harikalar yaratmış onları inceledik. Kentlerini nasıl kurmuşlar, doğayla nasıl barışık yaşamışlar onları gördük.
Binlerce yıl önce burada yaşayan insanların kültüre ve sanat verdikleri değeri anlatan deniz manzaralı tiyatrolarını gördük. Ancak tiyatronun taşlarını göremedik. Bu taşların 127 yıl önce yerinden sökülerek, İstanbul limanının yapımında kullanıldığını öğrendik. Bir yandan, İassos kentinde binlerce yıl önce insanların yarattıkları şaheserleri incelerken, bir yandan da bu muhteşem eserlerin günümüzde ne hale geldiklerini üzülerek izledik.
Roma Dönemine ait mozaikler evinin üzerine inşa edilen koruma pergülelerinin ne kadar yetersiz olduğu, mozaiklere bakılınca korunamadığı hemen anlaşılıyor. İnsan “keşke toprağın altında kalsaydı” diyor. Ülkemizde çıkarılan ve korunması en iyi şartlarda sağlanarak halka gösterilen mozaikler de var. Bunun en güzel örneklerinden biri Aydın Arkeoloji Müzesindeki bir Roma villasına ait taban mozaiğidir. Orthosia antik kentine ait bu mozaiklerin figürleri ve geometrik motiflerinin hala eski günlerindeki gibi özelliklerini göstermesi ne kadar iyi korunduğunun da bir göstergesidir. İasos mozaiklerinin de aynı koruma hassasiyetinin gösterilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
İasos’un hem güzelliklerini hem de tahribatlarını geride bırakarak, bir zamanların küçük bir köyüyken “bu kadar da olmaz” dedirten ve bir türlü frenlenemeyen çarpık yapılaşmalarını bir yana bırakarak, Akbük’ün lezzetli balıklarını yedikten sonra Kuşadası’na hareket ettik.