Tarih öncesi devirden, Antik Dönem’e, Osmanlıdan yakın döneme kadar birçok uygarlıkların, toplulukların barındıkları, saklandıkları ve yaşam alanı olarak kullandıkları bakir bir coğrafyaya gittik bu hafta.
Ne gökteki Mars’a, ne Satürn’e ne de Plüton’a benzeyen, dünyanın içinde farklı bir gezegen gibi duran Latmos’un(Beşparmak Dağları) eşsiz coğrafyasını tanıttık üyelerimize.
Bazen fıstık çamlarının, bazen kızılçamların bazen de gnays kayalıkların içinden yürüyerek, Latmos’un benzersiz coğrafyasına hayran kaldık.
Bir zamanlar Anadolu Parsı’nın en yoğun yaşadığı alanlardan biri olan Latmos’ta, artık pars kalmasa da yine zengin bir yaban hayatının devam ettği gördük.
Barınma, saklanma ve savunma için binlerce yıldır insanları buraya çeken Latmos, günümüzde de vahşi doğayı seven kent insanlarını buraya çekmektedir.
Doğal yapıdan faydalanarak, doğaya uyumlu bir şekilde yapılan ‘kentte apartman katında yaşamaktansa, böyle bir yer de yaşamayı isterdim’ diyen herkes, Latmos’un özgün taş evlerine hayran kaldı.
Köylere ve kentlere göç nedeniyle çok az insanın kaldığı bu evlerin birçoğu atıl bir şekilde durmaktadır. Nice sevinçlerin ve dramların yaşandığı bu otantik evler, Kutsal dağın kültürünü günümüze kadar sürdüren yöre insanlarının hikayelerini dinleyecek kent insanlarını beklemektedir.
Latmos’un özgün kültürünü günümüze kadar sürdüren yöre insanları, yaşamlarını devam ettirmek için neler üretmişler, neler yemişler ve karşı gelmeden doğayla barışık nasıl yaşamışlar yerinde göstererek anlattık.
Etkinliğe katılan herkesin ‘ölmeden görmek istediğim önemli yerlerden biri” dediği Latmos’un vahşi coğrafyası, büyüleyici manzaralarıyla katılanları zamana yolculuk yaptırdı.
Katılanlar ‘Gezerken kendimizi dünyadan farklı bir gezegende gibi hissettik, bu yaşamadan anlatılamaz, herkesin görmesi ve bu harika doğayla bütünleşmesi gerekir’ dediler.
550 milyon yılda oluşan Latmos’un gnays kayaçlarının, doğanın heykeltıraşları tarafından yüzlerce figür ürettiğini gördük.
Latmos’un bakir coğrafyasının içinde organik bir şekilde yaşayan endemik bir aileyi, tablo gibi duran yaşam alanlarında ziyaret ettik.
2 yıl önce “Latmos Doğa Ödülü”nü verdiğimiz aile hepimizi yedirdi, içirdi. Modern yaşamın olanaklarından yoksun ama mutlu bir şekilde yaşayan ailenin yaşam alanının temizliği herkesin çok ilgisini çekti.
Latmos’un büyülü coğrafyasını mesken edinen insanların, Tarih Öncesi Dönemden, Osmanlıya kadar doğayla barışık bir şekilde yaşadıkları görülmektedir. Hala bu vahşi tabiatın içinde yaşayan insanların bu kültürü devam ettirdiklerini, doğaya saygılı bir şekilde yaşantılarını sürdürdüklerini, doğayı tahrip etmeden yaşam alanlarını yarattıklarını, doğanın jeolojik oluşumlarını bozmadan özgün bir mimari tarz geliştirerek nasıl kullandıklarını gördük.
Bugün bir gerçeği daha gördük. Günümüz insanlarının, binlerce yıl süregelen Latmos’un bu özgün kültürünü nasıl yok ettiklerini gördük.
Orman yolu açacağız diye, Latmos’un 200 yıllık çamlarının bir bir devrildiğini ve muhteşem doğasının oyulduğunu gördük.
Latmos binlerce yıllık insanlık tarihinde, hiçbir zaman günümüzdeki kadar tahribata uğramamıştır. Dünyanın hiçbir yerinde 550 milyon yıllık muhteşem güzellikteki kayaçlar patlatılarak heba edilmemiştir.
Latmos’un benzersiz doğasında yer alan 8000 yıllık tarih öncesi kaya resimleri, Antik dönemden, Bizansa ve Osmanlıya kadar uzanan dünya miraslarının olduğu başka bir açık hava müzesi yoktur. Unesco’nun Doğa ve Kültür Miras Listesi’ne girebilecek özelliklerine ve güzelliklerine sahip Latmos’u korumak, bugüne kadar yaşayan insanların miraslarına sahip çıkmaktır, onların binlerce yıl barışık bir şekilde yaşadıkları doğaya saygı duymaktır.
Bizler bu güzellikleri bugün yerinde görüp, yaşadık. Tüm dünya insanlarının da görüp, yaşaması için “Latmos Milli Park Olmalıdır”