Kuşadası’nın yanı başında kalan ve Milli Parkı da içine alarak Ege Denizi’ne doğru sivri bir burun gibi uzanan yarımada, antik dönemde Mykalea olarak bilinen bir doğa cennetidir.
Tarihin babası Anadolulu Heredot'un dediği “yeryüzündeki en güzel gökyüzü”nün altında yürümek ve doğanın tarihle uyumunu görmek için Mykalea dağına tırmandık.
Kent yaşamının stresinden uzaklaşarak, muhteşem doğanın içine girip doğayla bütünleştik.
Sonbaharın sararmaya başlayan görüntüleri içinde, doğanın benzersiz güzelliklerini gördük.
Mykalea ormanlarına hangi mevsimde gelinirse gelinsin, mutlaka kendi güzelliğini gösterecek bir çiçeğe rastlanır.
Mykalea’de, kendilerini keşfedecek botanikçileri bekleyen yüzlerce bitki türünün, tüm güzelliklerini sergileyerek cazibelerini ortaya koyduklarını gördük.
“Sizin gibi kimler geldi, kimler geçti altımdan” diyen koca çınarlar, yüzlerce yıldır meyvelerini insanlığa ikram eden devasa kestaneler gibi tarihin gizli tanıklarına dokunabilmenin keyfini yaşadık.
Uzun ince devam eden yolda, doğanın tüm haşmetli güzelliklerini izleyerek ve tertemiz oksijeni ciğerlerimize çekerek yürüdük.
Kaynak sularından kana kana içtik.
Birçok insanın bardakta gördüğü adaçaylarının harika kokusunu içimize çekerek, dar patikalara girdik.
Mykalea’nın zengin biyoçeşitliliği içinde sık bitkilerden oluşan doğal tünellerin arasından geçtik.
Yüzlerce metre yukarıdan Yunanistan’ın Samos Adası’nı, Güzelçamlı ve Davutlar’ı izlerken, Kuşadası’nın en verimli arazilerinin ve sulak alanlarının son 30 yılda ne hale getirildiğini seyrettik.
Orman Genel Müdürlüğü tarafından YARDOP 2011 projesi kapsamında binlerce ağacın kesildiği Mykalea’de, projenin durduğunu teraslama çalışmalarının devam ettiğini gördük.
Bu muhteşem doğanın içerisinde birçok uygarlıklar yaşamış. Onlardan geri kalan insanlık miraslarının uzman arkeologlar tarafından değil de, dinamitlerle define talancıları tarafından çıkarılmak istenince tahribatlar kaçınılmaz olmuş. Burada yaşananlarla ilgili kurumlara bilgi vereceğiz.
Her türlü doğa koşullarına dayanarak bugüne kadar ayakta kalmayı başaran Kuşadası’nın kültürel miraslarından biri olan ayazmaların arasındaki Kurşunlu Manastırı’na geldik. Almanya’da şehir plancılığı yapan ve Milet antik kentindeki çalışmalara da katkıda bulunan üyelerimizden Ali VARDARLI “bu tür yerlerde neler yapılması gerekir” diye soran üyelerimizi cevaplayarak, manastırın içine girmeden dışarıda ören yerlerindeki çalışmaları anlattı.
Priene'de kazı yapan Theodore Wiegand’ın, 1800'lü yılların sonlarında Kurşunlu Manastırı’nı ziyaret ettiğinde hala buradaki din adamlarının işlevini sürdürdükleri düşünüldüğünde, bu kadar kısa bir süre içinde oluşan tahribatların nedeninin ilgisizlik olduğu anlaşılıyor. Hemen her yıl gündeme getirdiğimiz ve ilgili kurumlara müracaat ettiğimiz manastırın geçtiğimiz yıl kubbeyi taşıyan payelerden biri çökmüş ve tehlike altına girdiği görülmüştü.
Kurşunlu Manastırı’yla ilgili bugüne kadar hiçbir gelişme olmadığı gibi, yüksek risk taşıyan manastırın içinde çocukların ve gelen konukların rahatça dolaştıkları da görülmektedir. “İçeriye girmeyin her an çökebilir” diye uyarı yapsak da “ bugüne kadar yıkılmamış, gavurlar sağlam yapmıştır” diyen bilinçsiz konuklar gibi girenlerin güvenliği tehlike altındadır.
Manastırın yükünü çeken payelerden biri yıkılarak taş yığını haline gelmiştir. Bu nedenle kubbenin çökme ihtimali yüksektir. Kontrolsüz olarak gezilebilen manastırda ne bir uyarı yazısı ne de etrafında güvenlik çiti bulunmaktadır. Bu konuda ivedilikle bir çalışma yapılması gerekir.
Eğer İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü elini çabuk tutup burasının iyileştirilmesine yönelik çalışmalarını hızlandırmazsa, Mykalea’nın en gizemli yerine kurulmuş olan Kurşunlu Manastırı’nı artık eski fotoğraflarından hatırlayacağız. Kuşadası da alternatif turizm etkinlikleri için çok önemli bir tarihi mirasını kaybetmiş olacaktır. Kuşadası’nın, başta Milli Park olmak üzere akciğeri sayılan yanı başındaki bu doğa cennetine ve kültür varlıklarına sahip çıkacağını umuyoruz.