Memleketin her tarafında kar-kış, yağmur devam ederken, sulu bir havada
Aydın’ın Koçarlı İlçesi’ne bağlı şirin köylerden Timinciler’e geldik.
Herkesin sıcak odasında televizyonun başında olduğu Pazar gününde,
doğanın zorlu şartlarında yağan yağmura aldırış etmeden,
harika manzaralarla dolu Koçarlı dağlarında yürüyüşe başladık.
“Kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır” sözüne herkesin uyum sağladığını gördük.
Parkur üzerindeki bir çok dağ köyünden geçtik.
Otantik köy evlerini inceledik. Köylülerin “deli misiniz kardeşim, ne işiniz var bu havada dağ başında” sözlerine gülümseyerek geçip gittik.
Bölge ekonomisini ayakta tutan 2 önemli ağaç türünden birisinin fıstık çamı, diğerinin zeytin olduğunu öğrendik. Yöre insanları bu iki ağaca çocukları gibi baktığını, zeytinlerin altına taşlarla desteklenmesinden anladık. Köylülerin kendilerine yarar sağlayan herşeyi çok iyi koruduğunu gözlemledik.
Geçtiğimiz bütün köylerin en büyük sorununun çöp olduğunu gördük. Çöplerin atıldığı yerlerin hepsi dere yataklarıydı. Köylülere “neden atıyorsunuz” diye sorduğumuzda “atacak başka yer yok ki, hem bu çöpleri dere götürüyor” dediler. Çöpleri dereler götürüyor bu doğru. Ancak dereler Büyük Menderes Nehri’ne, menderes nehri de Bafa Gölü’ne ve Menderes Deltası’na götürüyor. Bu sulak alanlarımız sürekli kirlilik tehdidi altında kalıyor. Köylerin çöp sorunlarını kendi imkanlarıyla aşmaları çok zor. İlgili kurumlar bu işe mutlaka el atmalı. Köylülere ceza değil, sorunların giderilmesi için çözüm yaratmalı.
Parkur üzerinde Osmanlı Dönemi’ne ait birçok pınarla karşılaştık. Pınarlar mevkii denilen bölgede 13 adet pınarın varlığını tespit ettik.
Köylülerin yakacak olarak kullandıkları tezeklerin kokularını içimize çekerek yürüdük.
Parkurumuz üzerindeki Osmanlı Dönemi köylerinden Caferler’de eski taş evleri inceledik.
Yöre insanlarıyla geleneksel yaşamları, geçim kaynakları, köylerinin sorunları hakkında sohbet ettik.
Yöre insanlarının dağa çıkanların susadığında içsinler diye koydukları sebiller yabancıların çok ilgisini çekti.
Etkinliklerimize yabancı üyelerimizde katılmaktadır. Alman vatandaşı Seepp KUTSCERA ve eşi Avusturya vatandaşı Traude KUTSCERA Amerika’da yaşamaktadır. Her yıl kış aylarını Kuşadası’nda bulunan yatlarında geçirmektedir. Türkiye’yi ve Türkleri çok seven çift ülkemizde bulunmaktan çok memnunlar. Seepp KUTSCERA “ 1961 yılından beri Türkiye’ye geliyoruz. Türkiye’nin doğası, tarihi, iklimi ve insanları çok güzel. Her yıl geldiğimizde EKODOSD’un etkinliklerine katılıyoruz. Kuşadası’na çok yakın olan yeni yerleri, bilinmeyen tarihi eserleri, harika doğayı görmek, buralarda yaşayan insanların yaşam şatlarını yerinde izlemek, onlarla konuşmak, onların içten sıcaklığını hissetmek çok güzel bir duygu. Bunlardan çok mutlu oluyoruz. Köy insanları o kadar iyi ki, dağ başlarında bile susuz kalmasınlar diye, testide su bırakıyorlar. Biz de ülkemize geri gittiğimizde anılarımızı, bu zenginlikleri ve sıcak insanları tanıtmaya gayret gösteriyoruz.”
Parkurun bitiminde Koçarlı İlçesi’ne bağlı köylerden Cincin’e geldik.
1756 yılında Cihanoğulları'ndan Abdülaziz Efendi tarafından yaptırılan Cihanoğlu Camisini inceledik.
Cihanoğlu Camisi’nin Vakıflar Genel müdürlüğü tarafından restorasyonunun yapıldığını öğrendik. Duvarlardaki ilginç resimler herkesin çok ilgisini çekti.
Cincin Köyü’nde yöre halkının Cincin Kalesi dedikleri ören yerinde incelemeler yaptık. Ören yerinde kalenin hikayesini anlattık. “Kanuni Sultan Süleyman, 1522 yılında Rodos ve İstanköy Adalarını almak için ordusuyla Koçarlı'dan geçerken, Mersinbelen,Yağcıdere ve Dereköy dolaylarında konaklamış. O sırada 250 kişilik bir Türk aşireti de bu bölgede bulunmaktaymış. Aşiret Reisi Mehmet Bey, Kanuni'nin ordusuna katılarak, Rodos seferine gitmiş.Tam bu sırada Mehmet Bey'in çadırında bir çocuk dünyaya gelmiş. Padişah bu haberin kendilerine uğur getireceğini ümit ederek çocuğun adını "Cihan" koymuş ve ona Beşparmak Dağlarından başlamak üzere Çine Çayı ve Sarıçay arasında kalan ve Büyük Menderes Nehri'ne kadar olan araziyi bağışlamış. Cin Cin Kalesi yine bu soydan birisi, Cihanoğlu Abdülaziz Efendi tarafından yaptırılmış. “
Tarihi bir geçmişi olan Cincin Kalesi’nin bakımsızlığına çok üzüldük. Kale surlarının dış cephesine tavuklar için kümesler yapılmış. Kale duvarları yağan yağmurlarla birlikte bir bölümünün çökmüş olduğunu gördük.
Eğer acilen bir iyileştirme yaplmazsa, kalenin kalan duvarlarınında çökeceğini tahmin ediyoruz.
Kalenin içindeki bir bölüme koyunlar yerleştirilmiş, diğer tarafa inekler bağlanmış durumda. Hem kalenin hem de koyunların geleceği pek iyi değil.
Cincin Köyü Muhtarı Murat ÇAYLI “ bu konuda çok çaresiz durumdayız. Elimizden bir şey gelmiyor. Defalarca yazı yazdım. Gelip ölçüp-biçtiler, bir daha gelen de olmadı. Gelen misafirlere mahçup oluyoruz.” Dedi. Eğer bir önlem alınmazsa Cincin Kalesi’nden önümüzdeki yıllarda gösterebilecek bir kalmayacağını, restoresi yapılırsa, köyün olumlu yönde çok şey kazanacağını söyledik.
Cincin Köyü’nü arkamızda bırakarak, Koçarlı İlçesi’ne geldik. Koçarlı ilçesinde muhteşem bir yapıyla karşılaştık. Önemli bir tarihi yapı olan Cihanoğlu Kulesi’nde incelemelerde bulunduk.
Cihanoğlu Kulesi Koçarlı ilçe merkezinde 18. yy.dan kalma kagir bir yapı olduğunu öğrendik. Cihanoğulları’nı baskınlardan korumak için yaptırılan bina, konakla bağlantılı bir halde iken 1948 yılında geçirdiği bir yangın sonucu konağın yanıp yıkılması ile kule tek başına kalmış. 19. yy. başında bir takım değişiklikler geçirmiş hamam ve teras gibi düzenlemeler eklenmiş. Günümüz binalarının arasında çekiciliğiyle hemen belli olan Cihanoğlu Kulesi’nin önüne, tarihi ile ilgili bir panonun konması, gelen konukların bilgilenmesi açısından aydınlatıcı olacağını düşünüyoruz.
Koçarlı’nın ekonomisine katkı yapmak için, meşhur Karacasu pidecisinde kesikli, kıymalı, peynirli, tahinli pidelerden yedik.
Koçarlı’dan sonra belki de yıllarca yanından geçip gittiğimiz ama hiç görmediğimiz önemli bir antik kent olan Magnesia’ya geldik. Kazı çalışmalarını 1984 yılından bu yana Ankara Üniversitesi’nin yaptığını öğrendik. Yağan yağmurların getirdiği sular tarihi kenti sular altında bıraktığını gördük.
Ortaklar-Söke karayolu üzerinde yer alan Magnesia, kuruluşunun anlatıldığı efsaneye ve antik kaynaklara göre Thessalia'dan gelen ve Magnetler olarak isimlendirilen bir kavim tarafindan kurulmuş. Menderes'in sürekli yatak değiştirip taşması sonucu oluşan salgın hastalıklar ve Perslere karşı daha emin bir kent kurma zorunda kalmaları nedeniyle Magnetler, I.Ö. 400 yıllarında kenti bugünkü yerinde, Gümüşçay'ın yanında yeniden kurmuşlar.
Magnesia antik kenti fazla yıkım ve tahribata uğramamış. Bunda nehir taşmalarının ve Gümüş Dağı'ndan inen yağmur sularının getirdiği mil tabakasının kenti örtmesinin de payı olduğu söylenmektedir.
Antik Dönem’de 32 kişiye aynı anda hizmet veren umumi tuvaletlerin mimarisini gördüğümüzde, yaşadığımız kentlerdeki umumi tuvaletlerin halini düşündük.
Magnesia içerisinde islami bir yapı dikkatimizi çekti. 15. yüzyıla ait Çerkez Musa Camii olduğunu öğrendiğimiz yapının karşısında, o döneme ait mezarlar olduğunu gördük.
Magnesia'da çıkarılan eserlerin Paris, Berlin ve İstanbul müzelerinde sergilendiğini öğrenince üzüldük. 26.000 m² lik boyutu ile döneminin en büyük çarşıları arasında yer alan agoradaki Zeus tapınağının cephesinin, bugün Berlin Bergama Müzesi'nde sergilendiğini duyunca çok şaşırdık.
Ülkemizde yıllarca taş gözüyle bakılan antik eserlerimiz, dünyanın birçok ülkesindeki müzelerde sergilenmekte, oraya giden ziyaretçiler bu eserleri görmek için saatlerce sıra beklemektedir. Ülkemizden kaçırılan tarihi eserlerimiz, Avrupa’nın birçok müzesinde sergilenmektedir.
Bir açık hava müzesi niteliğinde olan coğrafyamızda, tarihi eserleri sergileyebilecek çok az müzemiz bulunmaktadır. Bu topraklardan çıkarılan binlerce yıllık tarihi miraslarımızın korunması ve sahip çıkılması için, duyarlı insan sayısının arttırılması ve eğitim kurumlarında okuyan çocukların mutlaka buralara getirilip bu zenginliklerin tanıtılması gerekir. Bu nedenle yapmış olduğumuz etkinliklerde, hem doğayla iç içe olmak, hem de kültüre de yer vermeye gayret gösteriyoruz. Bu tür etkinliklerin, doğanın, tarihi eserlerimizin tanıtılmasına ve korunmasına olumlu katkı yapacağına inanıyoruz.