Kuşadası’nın dünyaca ünlü Kadınlar Denizi mevkiinin tam ortasında bir buğday tarlası vardı.82 yaşında doğma-büyüme Kuşadalı olan Mustafa SAYGI’nın tüm hayatı bu tarlanın içinde geçmişti.Buğday tarlası babası tarafından 30 yıl önce bir iş adamına satılmasına rağmen, işadamı tarla size emanet dediğinden, geleneksel biçimde buğday ekimi devam etmekteydi.
Mustafa SAYGI, tarlanın ortasındaki asırlık taştan yapılma eski taş evlerinde, çocukluğundan bu yana acı tatlı birçok anılarının geçtiğini söylemişti.
Tarlayı son defa ektiğinde şöyle demişti Mustafa SAYGI “ 40 yıl önce buralarda hiç ev yoktu. Bu binaların olduğu yerlerde insanlar tütün ekerdi. İnsanlar parasız, fakirdi. Yerlerini sattılar, toplu parayı görünce zengin olduk sandılar. Yerler bedavaya gitti. Şimdi hepsi sattıkları için pişman. Ben bile keşke babam bu tarlayı satmasaydı diyorum. Şimdi etrafımız otellerle, villalarla doldu. Buralarda yaşayan insanlar toz oluyor, tarladan yılan çıkıyor diye şikayet ediyorlar. Dağdan gelen bağdakini kovuyor hesabı, bakalım ne kadar dayanacağız. ”
Buğday tarlasının yerinde artık beton bloklar yükseliyor.
Mustafa SAYGI’nın acı-tatlı anılarının geçtiği eski taş ev de yok artık. Gelecekte bu binalarda oturacak olanlar hiçbir zaman burada bir buğday tarlasının olduğunu ve eski taş evde geçen hikayeleri bilmeyecekler.
Tıpkı Kuşadası’nın önlenemez çarpık, plansız ve aşırı yapılaşmalarının altında neler olduğunu bilmediğimiz gibi. Kentteki binlerce binanın altındaki güzelliklerle iç içe yaşamış kimselerin çoğu, bu dünyadan göçüp gitmişler, onlarla birlikte bu değerler de yok olmuştur. Kalabilen yeşillikler birkaç küçük parkta, mezarlıkta ve bazı küçük doğal alanlarda görülmektedir.
Her şeye rağmen o güzelliklerden geriye hala bir şeylerin kaldığı yapılan araştırmalarımızda tespit edilmektedir. Bir sitenin kenarında, bir arazinin kıyısında, bir mahallenin ortasında küçük küçük birçok doğal alan bulunmaktadır. İşte tüm bu küçük doğal alanlar eski Kuşadası’dır. Ancak yeni Kuşadası’nda bu tür alanlar genellikle çalı-çırpı, kürlerin olduğu dikenlikler, sazlıklar olarak değerlendirilmekte, buraya yakın oturanlar tarafından yılanların, haşeratın saklanabileceği yer olarak düşünülmekte ve buraları temizlik maksadıyla ya da yapılaşmalarla yok edilmektedir. Aslında bu tür yerler, insanların özlemle hatırladığı doğal güzelliklerin kalabilen son temsilcilerini gizledikleri önemli doğa alanlarıdır. Birçok endemik bitkinin kendilerini bu küçük doğal alanların içinde saklayarak korudukları görülmektedir.
Tıpkı eski Kuşadası’nın, etrafını çevreleyen binaların arasında kaybolmamak için kendini korumaya çalıştığı gibi.
Kente gelenlerin ilk dikkat ettiği şey doğal peyzaj olmaktadır. Yanlış uygulamalarla doğal peyzajın tamamen bozulması, önemsiz görülen ama aslında en önemlisi olan makiliklerin tamamen tahrip edilmesi, bu makiliklerin içinde neler kaybedildiğinin bilinmemesi , yok edilen makilikler yetmiyormuş gibi tonlarca molozun büyük bir alana yayılması ve bu molozların üzerine masraf edilerek yapay yeşil dokular yaratılmaya çalışılması ne kadar üzücü olmaktadır. Kuşadası doğal kaynak türleri açısından çok zengin bir bölgededir. Bu zenginlikler hoyratça yok edilmemelidir. Doğa ve çevre tahrip edilirse bundan en çok bu kentin turizmcileri zararlı çıkacaktır. Böyle giderse yurtdışına gittikleri turizm fuarlarına gece görüntüsü olan Kuşadası posterleriyle katılacaklardır.
Kızılderililerin “Son ağaç kesildiğinde, Son nehir kuruduğunda, Son balık avlandığında, İşte o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız… “ atasözünde olduğu gibi, son ağacın kesilmesini beklemeden, bu kentin doğasını korumak bu kentte yaşayan herkesin görevi olmalıdır.