Anadolu’daki en ilginç doğal ve kültürel değerlerin bulunduğu, içinde keşfetme duygusu yaşamak isteyenlerin büyük haz aldığı Latmos’un güneyine gittik bu hafta.
Her köşesinde ayrı doğal güzelliklerin, zengin yaban hayatının, sadece bu dağa özgü mitolojik hikayelerin ve binlerce yıllık insanlık izlerinin olduğu Latmos’taki İsa Mağarası’na çıkmak için tırmanışa geçtik.
Kuşadası’ndan yola çıktığımızda günlerdir büyük umutla beklediğimiz yağmur gök gürültülü sağanak bir şekilde gelmişti. Ancak Latmos’a geldiğimizde günlük güneşlik bahar karşıladı bizleri.
“Dağlarına bahar gelmiş memleketimin” şiirindeki gibi, Latmos’un muhteşem coğrafyasında önce papatyalarla karşılaştık.
Latmos’ta, Antik Dönemden günümüze kadar zeytin çok önemli bir ağaç olmuştur. Bugün Latmos’un neresine gidilirse gidilsin, mutlaka zeytinyağı işlikleriyle karşılaşılır. Kayalara oyulmuş Antik Döneme ait zeytinyağı çıkarmada kullanılan bir işlikte, ayak yağının çıkarılışını anlattık.
Beşparmak Dağları’nın vahşi kayalıkları arasına gizlenmiş antik bir kent olan Latmos’un taş döşemeli yollarından yukarıya tırmandık.
M.Ö. 6. yy’dan beri var olduğu belgelenen Latmos, bölgeye gelenler tarafından pek bilinmemektedir. Bölgeye gelenler varlığından habersiz olarak yanıbaşından geçerek, Latmos’u görmeden Herakleia’ya geçip giderler. Burası öylesine karmaşık bir kaya yapısına sahiptir ki, bu kayaların arasında binlerce yıl önce kurulan yaşlı bir kent olacağını kimse düşünemez.
İon Kolonizasyonu zamanında kıyı şeridinden sürülen Karialıların bir kısmı, Beşparmak Dağları’nın güney yamacına Latmos’u kurmuşlar. Esrarengiz engebeli kayalıkların arasında gizli bir şekilde, sarp arazinin avantajlarından yararlanarak yapılarını inşa etmişler.
Latmos terkedildiğinde buradan sökülen taşlarla inşa edilen yeni kent Herakleia’nın yer yer sağlam kalmış 6,5 km. Uzunluğundaki surlarının kulelerini, kentin ana kutsal alanı Athena Tapınağı’nı, günümüzde kentin üzerinde kurulmuş Kapıkırı Köyü’nü ve Bafa Gölü’nün muhteşem manzaralarını kentin zirvesinden izlemenin keyfini yaşadık.
Beşparmak Dağları’na hayatını adayan Onursal üyemiz Anneliese PESCHLOW “Latmos Dağında yaptığım çalışmalarda çobanlık yapanların çoğunlukla kadın olduğunu görünce çok şaşırmıştım. Latmos’un vahşi ve ürkütücü coğrafyasında bu kadınların cesareti ve bana karşı olan sıcaklıkları beni çok duygulandırdı ve çalışmalarımın olumlu geçmesini sağladı” demişti. Artık günümüzde de kent kadınları Latmos’u keşfetmeye, sahip çıkmaya ve bu coğrafyanın benzersiz güzelliklerini tanıtmaya başladılar.
Latmos’un engebeli kayalıkları arasından çıkan insanlığın en kadim dostlarından olan eşekler, Beşparmak Dağları’nın vazgeçilmez canlılarındandır. Onların bu vahşi coğrafyada çektikleri zahmeti, kentlilerden pek gören olmaz. Ağzı olan ama dili olmayan, çektikleri sıkıntının pek karşılığını alamayan, onca zahmete karşın hakkını arayamayan eşekler için, duyarlı yönetmen Yüksel AKSU ve Entelköy’ün oyuncularıyla birlikte, TBMM’sinde eşeklerin hakkını aramıştık. Ancak meclisten Latmos’un eşekleri için bir sonuç alamadık. Nasıl ki Kıbrıs’ın eşekleri koruma altındaysa, Beşparmak eşekleri de korunma altına alınmalıdır.
Kayalıklar arasından çıkan ve bizlere sevgi gösterisi yapan eşeklerle şakalaştık, onlara çantalarımızdaki meyvelerden verdik.
İngiliz bilgini Richard CHANDLER ‘ın bölgede tespit ettiği 2 mağaradan biri olan İsa Mağarası’na geldik. Çevresinde keşiş barınaklarının bulunduğu dinsel ayinlerin yapıldığı mağaranın fresklerle süslendiğini, ancak resimlerin tahrip olduğunu gördük. Günümüzde Latmos’ta bulunan fresklerin hemen hepsinde tahribat izleri bulunmaktadır. Bu tahribatlardan tecrübe alarak, Latmos için çok önemli olan tarih öncesi kaya resimlerine gereken ilgi gösterilmelidir. Dünyadaki kaya resimleri konusunda uzman olan Fransız İsabel Damgas, Anneliese PESCHLOW’la birlikte Beşparmak Dağları’na gelerek resimleri incelemişler “Resimlerin koruma çalışması çok pahalı bir sistem, sadece resimleri korumak yeterli değil, mutlaka Latmos korunmalı” demişlerdir.
Richard CHANDLER’in, Anadolu’da birlikte dolaştığı mimar Nicolas REVETT ile birlikte, 1765 yılında İsa Mağarası’na geldiğinde mağara içindeki fresklerin arasına kara kalemle adı-soyadını ve geliş tarihlerini belirten kendi el yazısını gösterdik.
Latmos’un merkezinde 7. yüzyılda Sina Dağı’ndan ve Yukarı Mısır’dan Arapların önünden kaçan rahipler ve keşişlerin kurduğu Pantokrator Mağarası’na engebeli kayalıkları aşarak geldik.
Mağara içindeki resimler, Bizans sanat tarihi içinde azımsanmayacak bir öneme sahip olduğunu, mağaranın kubbe biçimli tavanında bir mandorlada arkalıksız bir tahtta oturan İsa’nın resmedildiğini, İsa’yı çevreleyen ışınlı mandorla badem çekirdeği biçimli madalyonun uçan melek çifti tarafından taşındığını betimlediğini söyledik.
Latmos’un başka yerde görülemeyecek güzellikte benzersiz doğasını, ilginç jeolojik oluşumlarını, geçmiş uygarlıkların bıraktığı izleri geride bırakarak aşağıya inmeye başladık.
Türkiye’nin en güzel göllerinden biri olan ve Beşparmak Dağlarıyla bütünleşen, bir zamanlar Ege Denizi’nin bir körfezi halindeyken menderesin getirdiği alüvyonlarla bugünkü haline alan Bafa Gölü’ne indik.
Üyelerimizden olan ve Latmos’un yaşayan bir efsanesi haline gelen Beşparmak Dağları’nın yerel halk ozanı Sazcı Mehmet’le gölde karşılaştık. Yaşayan efsane Mehmet AKGÜN; hanımıyla balık tutan, dik kayalıklarda zeytin çırpan, arkasına taktığı onlarca turisti Latmos’un vahşi coğrafyasında günlerce dolaştıran, bölgeye gelen her konuğu kırmayarak Ege’nin meşhur türkülerini söyleyen, gelen misafirleri yöre otlarıyla yaptığı yemeklerle doyuran, Entelköy filmindeki konser sahnesinde Harmandalı zeybeğini sazıyla çalarak artist bile olan bu dağların endemik insanının da korunma altına alınması lazım, diyerek bir hatıra fotoğrafı çektirip Bafa Gölü’nden ayrıldık.
Bafa Gölü’nün en güzel görüldüğü alanlardan biri olan, Kahve Asarı Adası karşısındaki Çeri restoranında yöre yemeklerini yiyerek Kuşadası’nın yolunun tuttuk.