Bozdoğan’a bağlı Alhisar ormanlarında harika bir havada başlayan yürüyüşümüze katılan yabancı üyelerimiz “Yeni Amerika’dan geldik. Donduk oralarda. 1 hafta erken gelmek zorunda kaldık. Burada içimiz ısındı. Bu nasıl bir iklim, nasıl bir memlekettir burası.) dediler. “Bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altı ve en güzel iklimin olduğu yer” diye Tarihin Babası Heredot’un yüzlerce yıl önce söylediğini anlattık.
Henüz bakirliğini yitirmemiş çam ormanları arasındaki patikadan vadiye doğru inişe geçtik.
Orman içindeki ölü ağaçların önemi hakkında bilgi verdik. Bu tip yaşlı, kurumuş, devrik ağaç gövdeleri ve kurumuş kütüklerin ormanlarda biyolojik çeşitlilik açısından çok önemli bir ortam oluşturduklarını söyledik. Ormanlardaki ölü ağaçların algler, mantarlar, likenler, yosunlar, böcekler, kuşlar ve küçük memeli hayvanlara yaşam alanı yarattıklarını, buralarda önemli bir ekosistem oluştuğunu, bu ağaçların buralardan kaldırılması halinde ormandaki biyolojik çeşitliliğin azalacağını anlattık.
Kentlerde soluduğumuz kirli havadan sonra burada aldığımız tertemiz oksijenle enerjimizi ve canlılığımızı arttırdık.
Deliçay Vadisinin güzelliklerini yüzlerce metre yukarıdan izleyerek indik.
Derin inen vadide köylülerin kısıtlı olarak tarım yapabildiklerini, buna rağmen doğayı bozmadan yaşamlarını sürdürdüklerini gördük.
Yöre insanlarının “Gavur İni” dedikleri, insanın üzerine devrilecekmiş gibi duran devasa büyüklükteki bir kayanın altından geçtik.
Yukarıdan sesini duyduğumuz suyun yanına geldik. Altıntaş’tan gürleyip gelen suyun Çavlan Köprüsünün altından geçişini izledik. Asırlardır dimdik ayakta kalan eski taş köprüyü inceledik. Yıllarca kullanılan, ancak yeni modern yolların yapılmasıyla artık fazla kullanılmayan bu taş köprülerin kaderlerine terk edilmemesi, gerekli bakımlarının yapılarak geleceğe taşınması konusunda hem fikir olduk.
Madran Dağlarından gelen suyun burada içilebilir kıvamda olduğunu gösterdik. Aynı suyun Deliçay’la birleşip, Akçay’ın sularına döküldüğünü ve daha sonra Büyük Menderes Nehri’nin kirli sularıyla buluştuğunu söyledik. İçilebilir kıvamda pırıl pırıl akan suların, Büyük Menderes’te birden kahverengiye dönüştüğünü, bunun en önemli nedeninin yüzlerce kilometre yukarı havzadan gelen endüstriyel, tarımsal ve evsel atıklarla, özellikle Aşağı Büyük Menderes Havzası’ndaki ekolojik değerleri ve ekonomik faaliyetleri olumsuz etkilediğini anlattık.
Çavlan köprüsünü ardımızda bırakarak Alhisar Köyü’ne doğru yola çıktık.
Küçük bir köy olan Alhisar’da köylülerle sohbet ettik. Köylülerin ikram ettiği yiyeceklerden tattık. Doğayı büyük ölçüde korudukları için teşekkür ettik.
Yürüyüşün bitiminde açık hava müzesi gibi duran taş ve ahşap mimarili eski otantik evlerinin bulunduğu Kazandere Köyü’ne geldik.
Usta taş işçiliği ve oyma ahşap sanatından örneklerin olduğu, ilginç bacalı, farklı boyama ve kabartma süslerinin bulunduğu bu evlerin yerine artık betondan binaların yapılmaya başladığını gördük. Köylüler, eski evlerinin bakımlarının zor ve pahalı olduğunu bu nedenle maliyeti daha ucuz olan betonu tercih ettiklerini söylediler. Hala eski otantik eski evlerin çok ve içinde yaşayanların olmasını sevindirici bulduk.
Kazandere köy kahvesinde hem çaylarımızı içtik, hem de köylülerle sohbet ettik.
Alhisar Köyü Muhtarı Süleyman ÇETİNKAYA ve Kazandere Köyü Muhtarı Şükrü KÖTELİ’yle bölgenin doğal ve kültürel zenginlikleri hakkında görüştük. Bu zenginliklerin köylüler tarafından büyük ölçüde korunduğunu, koruma-kullanma dengesi çerçevesinde iyi bir planlama ve tanıtımla iç turizme de kazandırılabileceğini anlattık. Doğa yürüyüşü yapanların ve foto safari tutkunları için çok önemli mekanların olduğunu, 2 köyün birleşerek bu konuda ortak bir çalışma yapmasının doğru olacağını söyledik. Her iki muhtar da “ ne gerekiyorsa yapalım, hem koruyalım, hem tanıtalım, hem de köylümüz kazansın” dedi. Önce Kaymakamlıktan, sonra Valilikten bu konuda gerekli kaynakların sağlanmasını bekliyorlar.
Kazandere köyünün ortasında bulunan ve 1750’li yıllarda yapıldığı söylenen eski Osmanlı köprüsünde muhtarlarla bir anı fotoğrafı çektirerek, köylülerin çok methettikleri ham zeytinlerden çuval çuval alarak Bozdoğan’a doğru yola çıktık.
Karyalılar dan kalma Harpassa kalesinin eteklerindeki eski adı Arpaz olan Esenköy’de bulunan, Arpaz ailesine ait ilginç mimarili bir yapıyı inceledik.
Ortaçağ şatolarını anımsatan görünümüyle harika güzellikteki bu yapının ilginç hikayeleri olduğunu söyledik. Aydın’ın meşhur efelerinden Atçalı Kel Mehmet ihtilaliyle, padişah tarafından Rodos’a sürülen Arpazlı Hacı Hasan beyin, isyanın bastırılmasıyla geri dönüşünde Rodos’tan getirdiği yapı ustalarına yaptırdığı bu kulenin hala ayakta olduğunu ama geleceğinin pek parlak olmadığını gördük.
1900’lu yılların başında, bölgenin namlı efelerinden Çakırcalı Mehmet Efe ile Arpaz beyi Osman ağa arasında Karıncalı Dağda biten hazin hikayeyi anlattık.
Arpaz kulesini ve beyler konağının içinde incelemeler yaptık. Konaktaki ahşap işlemeleri ve yaşam alanlarındaki incelikleri hayranlıkla izledik. Yıllardır konağa bakan ve binanın yaşamasını sağlayan yaşlı kadının artık yatalak olduğunu ve konağın bir odasında kalarak yaşam mücadelesi verdiğini ama burayı terk etmediğini gördük.
Türkiye’nin en iyi 10 pidecisi arasındayız diyen Mikado pide salonuna uğramadan geçmedik. Hepsinin ayrı özelliği olan ve sadece Mikado için, Ziyaretli köyünde yetiştirilen camızlardan elde edilen kaymaklarla yenilen pideleri afiyetle yiyerek Kuşadası’na geri döndük.