Antik Dönem’de Mykale olarak bilinen günümüzün Samson Dağı ormanlarında, EKODOSD – Güzelçamlı Kültür ve Turizm Derneği’yle birlikte bir etkinlik gerçekleştirdik.
Deniz kıyısında bahar havası eserken, yukarıda biraz soğuk ama tam bir yürüyüş havasında tertemiz oksijeni ciğerlerimize çektik.
Betonlaşan kent yapılaşmaları ve gürültülerin içinden çıkarak, muhteşem doğanın içine girip, tabiatla buluştuk.
Doğanın benzersiz güzelliklerine hayran kaldık.
Ölü orman ağaçları hakkında bilgi verdik, adaçaylarının harika kokularını içimize çektik.
Yüzlerce metre yukarıdan Yunanistan’ın Samos Adası’nı, Güzelçamlı ve Davutlar beldelerini ama en önemlisi de Kuşadası’ndan başlayarak 25 km. Milli Park sınırına kadar kıyıları işgal eden 2. Konutlardan meydana gelen yapılaşmaları izledik. Bölgenin en verimli arazilerinin ve zengin biyoçeşitlilik barındıran sulakalanların tamamen bittiğini, büyük bir hırs ve hızla artık kıyılardan dağlara doğru uzandığını gördük.
Bir zamanlar Samson Dağı ormanlarının harika coğrafyasının tam ortasına oyulan ama şimdi izin verilmeyen mermer ocaklarının yarattığı tahribatı yerinde görerek, buna zamanında nasıl izin vermişler diye düşündük.
İklim şartlarının yukarı çıktıkça farklı görüntüler oluşturduğunu gördük.
Kuşadası’nın kültürel miraslarından biri olan ayazmaların arasındaki Kurşunlu Manastırı’na geldik. Bizans yapısı olan bu Ortodoks Manastırı’nın 11. yy. da kurulduğunun tahmin edildiğini, ikonaperestlerin ve dinsizlerin saldırılarına karşı savunma ve eğitim amacıyla, gizlenebilmeleri ve tapınabilmelerine uygun bir coğrafyada olması nedeniyle, baskıdan kaçan din adamları tarafından inşa edildiğinin bilindiğini söyledik.
Manastır içinde bulunan kilisenin içine kimsenin girmemesi için uyardık ve nedeni konusunda bilgilendirdik. Tarihi yapının kubbesinin üzerinde çıkan ağaçların köklerinin duvar içinde büyüyerek çatlaklara yol açtığını, aynı zamanda rüzgarda sallandıkça çökmelerin meydana geldiğini anlattık. Geçtiğimiz günlerde de bu sorunlar nedeniyle kubbenin taşıyıcı payelerinden birinin ve taşıyıcı kemerin tamamen yıkıldığını ve kubbenin çökme ihtimali bulunduğunu, içinde gezinilmesinin çok tehlikeli olduğunu söyledik. Gerekli önlemlerin alınması için ilgili kurumlara bilgilendirme yazılarının gönderildiğini belirttik. Bu manastırın kültürel mirasın bir parçası olarak ve aynı zamanda Kuşadası turizmi için çok önemli olduğunu, bu konuda mutlaka duyarlılık gösterilmesini söyledik.
Kurşunlu Manastırı’nda yüzlerce yıl önce rahiplerin kullandığı patikadan aşağıya inmeye başladık. Karşımıza çıkan dağ çilekleri ve koca yemişlerden yedik. Patikadan aşağı indikçe, makine seslerinin yükseldiğini fark ettik.
Her zaman kullandığımız patika yolun birden bittiğini, çam ve meşe ormanlarının traşlandığını ve geniş bir vadideki tüm bitki örtüsünün tamamen yok edildiğini gördük.
Tahrip edilen ormanların ardından geriye kütüklerin kaldığını gördük. Benzersiz bitki çeşitliği barındıran bu vadiye Davutlar göletinin yapıldığını öğrendik. Tüm bunların tek nedeninin, plansız bir şekilde gelişen yapılaşmalarla sürekli artan insan potansiyelinin en önemli gereksinimi olan ve bir türlü doğru kullanılamayan su için yapıldığını anlattık.
Yüzlerce yıldır Davutlar’ın su ihtiyacı olmadığını ancak son 30 yılda kıyılarda meydana gelen yapılaşmalarla birlikte binlerce sitede oturan insanlara su yetiştirilemez hale geldiğini söyledik.
Bu hızla gittiği sürece, bu konutlarda oturan yüzbinlerce insanın kullanacağı ve hemen hemen birçok sitede bulunan yüzme havuzlarının gereksinimi olan su için, Davutlar Göletinin bile yeterli gelmeyeceğini anlattık.
Tarihin babası Heredot’un hayran olduğu Antik Dönem’in Mykale Dağı, artık o günlerdeki gibi değil. 60’lı yıllara kadar bu coğrafyada yaşayan Anadolu Parslarının bir gün karşımıza çıkacağı ümidiyle araştırmalarımızı sürdürürken, Kuşadası’nın günümüze kadar korunarak gelen Samson Dağı ormanlarını kaybetmenin korkusunu yaşıyoruz. Sadece ormanları ve bitki örtüsünü değil, yaban hayatı için kalabilen son doğal alanları kaybedeceğimizden korkuyoruz. Bu ormanları tahrip ederek değil, Kuşadası’nın ve ülkemizin geleceği olan turizme kazandırılarak, koruyarak kullanılmalıdır. Koruyarak kullanabilmesi için de, mutlaka koruma statüsü verilmesi gerekir. Bu coğrafya, Dilek Yarımadası-Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’nın doğu uzantısıdır. Tamamıyla orman arazileridir. Hem bitki çeşitliliği hem de yaban hayatı açısından çok zengin türleri barındırmaktadır. Milli Park sınırlarının, Kurşunlu Manastırı ve Fındıklı Kale’yi içine alacak şekilde genişletilmesi gerekir. Ancak bu şekilde korunabilir. Planlı ve korumacı bir üslupla hazırlanacak ekoturizm projeleri, başta Kuşadası olmak üzere, Güzelçamlı ve Davutlar beldelerin ekonomisine önemli katkı yapacaktır. Yöre insanlarının da kendilerine kazanç getirecek bu doğal ve kültürel kaynaklara daha korumacı bir şekilde yaklaşmalarını sağlayacaktır. Bugün bu muhteşem coğrafyanın hem güzelliklerini hem de bu güzelliklere yapılan çirkinlikleri yerinde gördük.
Etkinlik bitiminde, Türkiye’de organik tarımın en iyi yapıldığı yerlerden biri olan, aynı zamanda içinde Dünyada başka bir örneğine rastlanmayan Tarihi Zeytin ve Zeytin Yağı Müzesi’ni barındıran Değirmen Çiftliği’ne geldik. Hem çaylarımızı içtik, hem de organik ürünlerden ihtiyaçlarımızı alarak, Kuşadası’na geri döndük.