Antik ismi Latmos olan Beşparmak Dağları’ndaki kestaneliği araştırmak için, zirveye yakın köy olan Söke’ye bağlı Karakaya’ya gittik.
Kutsal dağın zirvesine yakın Kızlar Sivrisi’ne tırmanmak için vahşi coğrafyanın engebeli kayalıkları arasında yol aldık.
Arkasından her an bir hayvan çıkacakmış izlenimi veren ürkütücü kayaları izleyerek tırmandık.
Yüzlerce yıldır bu dağların kayalıklarında gezinen keçilerin, doğa tarafından şekillenen benzersiz oluşumlarını ve Pinokyo burunlu insana benzeyen kayaları izledik.
Keşişlerin mal edinmeksizin ve içinde belli bir görevi üstlenerek yaşamaları için Genç Aziz Paulos’un kurduğu Arap Avlusu(Stylos) Manastırını ziyaret ederek yolumuza devam ettik.
Arap Avlusu Manastırı’nın büyülü etkisiyle, kapşonunu kafasına çekerek gezen rahiplere benzeyen kayaları inceledik.
Tekerlek Dağ’ın yanı başındaki Kızlar Sivrisi’ne geldiğimizde muhteşem büyüleyici bir doğayla karşılaştık.
Aşağı mezrada yaşayan Pınarcılar ailesinden birkaç kişinin, yüzlerce doğal kestane ağacının bulunduğu bu bölgede kestane mevsimlerinde geçici olarak yaşadığını öğrendik.
En yakın yerleşim biriminden 5-6 saat yaya olarak engebeli kayalıkları aşarak gelinebilen Kestanelikte, bugünlerde 2 kişinin kaldığını gördük. Pınarcılar ailesinden Mehmet SÖNMEZ bunlardan birisi. “Bizim için ev-dam fark etmez, anam zaten beni keçi güderken bu inlerden birinde doğurmuş” diyen Mehmet SÖNMEZ, kestane mevsiminde buradaki kaya sığınaklarından birinde yaşamını sürdürüyor.
Atalarının keçilerini sulamak için ağaç gövdelerine yaptığı su yalaklarından suyunu temin ediyor.
“Para pul el kiri, ben buranın doğasını seviyorum, karnım doyduktan sonra gerisi hikaye…” diyen Mehmet SÖNMEZ’in, doğanın içinde doğal bir şekilde yaşamını sürdürdüğünü gördük.
Yattığı yerin yanında engerek yılanlarının gezdiği, birçok yaban hayvanının dolaştığı bir coğrafyada korkusuzca yaşıyor.
Mehmet SÖNMEZ “Burası tabiatın bizlere sunduğu bereketli bir coğrafya. Arap Avlusu Manastırı’na çıktığımda, bizden yüzlerce yıl önce burada yaşayan insanları düşünüyorum bazen. Onlar zor koşullarda, burada yaşayan hayvanlarla birlikte doğanın verdiği nimetlerden faydalanarak yaşamlarını sürdürmüşler. Aynısını şimdi biz sürdürüyoruz. Buraları bize atalarımızdan kalan topraklar. Atalarımız bu coğrafyada kaplanlarla(Anadolu Parsı), ayılarla, kurtlarla, sırtlanlarla ve birçok yaban hayvanıyla birlikte yaşamışlar.
Ama buraları eskisi gibi değil artık. Eskiden insanların sadece ayak izi giriyordu, şimdi makineler girmeye başladı.
Atalarımızdan bizlere kalan bu değerli toprakları kaybetmeye başladık. Bu muhteşem doğa göz göre göre yok oluyor. Maden, belki zenginlik ama doğa yok olduktan sonra zenginlik neye yarar ki, tabiat fakiri oluyorsun artık. Madenden kazandıklarınla bu tabiatı yaratamazsın ki.” Dedi.
Kestane ağaçlarının bulunduğu bölgenin sarp kayalıklarla dolu olduğunu gördük. Ağaçların başına çıkmak çok tehlikeli ve her an düşme tehlikesi var. Düşülürse de kurtulma şansı çok az. Asırlık ulu ağaçlar uzun olduğundan sırıkta yetişmiyor. Kestanenin düşmesini bekliyorlar. Gündüzleri zor koşullarda kaya aralarından topluyorlar. Geceleri ise bölgenin domuzları gelerek, ayaklarıyla dikenlerin içindeki kestaneyi çıkarıp yediklerini söylüyorlar. “ Domuzlarla ortağız kestaneler gündüz bizim, gece onların” dedi.
Kuzeni İsmet KAMACI’yla birlikte kestaneleri toplayan Mehmet SÖNMEZ “ kestane mevsiminde bir kişinin toplayabildiği miktar 2 çuvaldır. Bu kayaların içinde kestane toplamak çok zordur. Bir de domuzlarla ortaklık var. Ama en kötüsü, bu yaptığımız 2 çuvalı bile aşağıya nasıl indireceğimizi düşünmek oluyor. Çünkü çuvalın tanesi 50 kg. İnsan bu dağa çıktığında aşağı inerken cebine doldurduğu kestaneler bile ağır geliyor. Yol diye bir şey yok zaten. 1 saat sırtımızda indirdikten sonra, eşeğimize yükleyebiliyoruz. Oradan mezradaki evimize getiriyoruz. Mezradan da tekrar eşeğe yükleyerek 2 saat yaya gittikten sonra köye getiriyoruz. Köyden minibüsle Söke Çarşamba pazarına götürüyoruz. 5 TL.’ye satmaya çalışıyoruz. Ona bile pazarlık yapıyorlar. Her gelen 1-2 tane tatmak için yiyor, kestanenin hepsi 2 çuval zaten. Müşteriler yan tezgahtaki aşı kestaneleri 7-8 TL. Den alıyorlar. Bizimkiler doğal diyorum, hatta Paulos’un kutsal kestaneleri bunlar, Paulos bu kestanelerden çok yemiş, ziyaretçilerine de ikram edermiş diyorum. Anlamıyor kimse. Aşı kestaneleri bizimkilerle bir tutuyorlar. Bizim kestaneler hem doğal, hem tarihi, hem de büyük bir emek var toplanmasında.
Anam bu dağların belki de en son çobanı. Vazgeçemiyor keçilerinden. Karyalı kadın diyorlar ona. O öldükten sonra bizler çobanlık yapmayız artık. Bizden sonrakiler bu kestaneleri toplamaya gelirler mi, yoksa madenler yüzünden burada kestane kalır mı bilemeyiz artık” dedi.
Mehmet SÖNMEZ’e kestanelikte bulunan, günümüzden 8000 yıl öncesine dayanan insanlık izlerini gösterdik. Tarih Öncesi Kaya Resimleriydi bunlar.
Demek oluyor ki, 8000 yıldır insanlar bu coğrafyada barınmışlar ve beslenmişler, şu anda da Latmos’un son temsilcileri olan bu insanlar yaşıyor. Bu dağın kültürünü devam ettiriyorlar. Yaşam koşulları ise çok zor. Başlarına gelebilecek olumsuz bir durumda, en yakın yerleşim birimi olan köye 5-6 saat yaya olarak gidilebiliyor. Hiç televizyon izleyemiyorlar. Sularını dağdan gelen kaynak sularından temin ediyorlar. Çamaşırlarını derelerde yıkıyorlar. Elektrikleri yok. Sıcak yaz günlerinde bir dondurma bile yiyemiyorlar. Çağdaş yaşam koşullarından uzak bir şekilde, aynı binlerce yıl önce bu coğrafyada yaşayan insanlar gibi yaşıyorlar. Ama burayı seviyorlar.
Aslında Latmos’un bu özgün kültürünü devam ettirdikleri için onların ödüllendirilmesi lazım. Batı Anadolu’nun en ucundaki bir dağda her türlü zorluklara ve olanaksızlıklara rağmen inatla yaşamlarını sürdürüyorlar. Onlara doğadan gelen hiçbir tehdit yok. Tehdit insanlardan geliyor.
Beşparmak Dağları’nın doğasını, tarihini ve özgün kültürünü bitirecek tek tehdit, Mehmet SÖNMEZ’in dediği gibi ayak izleri değil, bu dağa son yıllarda yaygınlaşarak giren makinelerdir.
Maden ocakları yüzünden beyaz bir çöle dönüşen kutsal dağda, bu faaliyetlerin engellenmesi, bunun yerine koruyarak kullanma şekli olan ekoturizmin girmesi, hem Beşparmak Dağları’nın hem de Latmos’un kültürünü devam ettiren bu insanların kurtulmasını sağlayacaktır.