Mitolojide Tanrı Apollon’un Marsyas’la yarışmaya girdiği ve yarışmayı kazanamadığı için, Kral Midas’ın kulaklarını eşekkulaklarına çevirdiği ve Marsyas’ı bir çam ağacına bağlayarak derisini diri diri yüzdüğü ve sonradan pişman olarak onu bir ırmak haline getirdiği söylenir.
Mitolojide geçen o ırmak, meşhur Çine Çayı’dır.
90’lı yıllarda Aydın’dan, Muğla’ya doğru gidenler, Çine Çayı’nın kıyısında tabiat harikası bir vadiye girdiklerinde o yolun bitmesini istemezlerdi. Doğa harikası vadiden akan Çine Çayı’nın kıyısında birbiri üzerine yığılmış devasa gnays kayaları görenler hayran olurlardı. Sadece doğa değil aynı zamanda tarihi mekanlara da sahipti Çine Çayı vadisi. 2400 yıllık tarihi bir miras olan İncekemer Köprüsü ‘de bunlardan biriydi.
5 yıl önce yaptığımız bir etkinlikte bu köprüden geçerken “bir daha bu köprüyü göremeyeceksiniz, anılarınızı ölümsüzleştirin, çocuklarınıza gösterirsiniz, burada bir köprü vardı dersiniz” demişlerdi.
5 yıl sonra geldiğimizde dedikleri gibi olduğunu gördük. Muhteşem Çine Çayı vadisinin kaybolduğunu ve harika köprünün sular altında kaldığını Çine Barajının seyir teraslarından izledik.
Barajdaki su seviyesinin en düşük olduğu mevsim olduğundan, efsanelere konu olan bu coğrafyanın ne hale geldiğini ve bu güzelliklerden nelerin kaldığını görmek için bir etkinlik düzenledik. “Asırlardır yalnızım” diyen yüzlerce yıllık menengiç ağaçlarına inceledik ve onlara dokunduk.
Asırlardır bölge halkına hizmet veren, büyük acıların, dramların, sevinçlerin yaşandığı tarihi değirmenin, çekilen sularla birlikte su yüzeyine çıktığını ve etrafının çamurlarla kaplandığını gördük. Kış yağmurlarıyla birlikte tekrar suların altında kalacağını öğrendik.
Muhteşem bir doğa ve harika bir iklim altında, sonbahar çiçeklerinin güzellikleri içinde yürüyüşümüzü gerçekleştirdik.
İnişli çıkışlı parkurda her türlü kas grubumuzu çalıştırdık.
Birçok tepeleri engelleri aştık, bazen de dinlendik.
Her tarafı meşe ağaçlarıyla dolu harika bir doğada yürüdük.
Dünyada sadece Kanada ve ülkemizde Marmaris ve Köyceğiz bölgesinde bulunan sığla ağaçlarının en kuzey noktası olan Çine Çayı vadisinde, bu ağaçların bazılarının yüksekte kalarak suyun dibinde kalmaktan kurtulduklarını gördük.
Dünyada sadece burada bulunan endemik Cyclamen mirable çiçeklerini, tam mevsimi olması nedeniyle parkurumuzun her yerinde gördük.
Devasa boyuttaki gnays kayaları hayranlıkla izleyerek, çobanlara ait taş evleri inceledik.
Yüzlerce metre yukarıdan eski Çine Çayı’nın geçtiği vadinin artık baraj sularıyla dolduğunu gördük.
Devasa büyüklükteki Kemertaş’ın baraj sularından kıl payı kurtulduğunu görerek, aynasında bulunan harika freskleri incelemek için tırmandık.
Meeting St. Elizabeth with Mother of Jesus, Homage three Kings, Jesus with Saint Matthew, archangel gabriel konulu freskleri inceledik. Özellikle sağ bölümdeki fresklerden bazılarının yüksekte olması nedeniyle tahrip edilmekten kurtulduklarını gördük. Fresklerin altında bulunan prehistorik kaya resimlerini görünce çok şaşırdık.
Fresklerin olduğu alanda bazı kayaların parçalandığını görerek çevrede bir inceleme yaptık. Kayaların defineciler tarafından delik açılarak dinamit yerleştirilip parçalandığını tespit ettik. Çok fazla bilinmeyen bu tarihi alanın kontrol altında bulunmadığı ve koruma olmadığından definecilerin tahribatlarıyla karşılaştığını gördük. Aslında turizme kazandırılabilecek, hem doğa hem de tarih açısından çok zengin bir yer. Ana yola da 400 mt. Gibi, 15 dakikada ulaşılabilecek çok kısa bir mesafede. Günde binlerce insan farkında olmadan yanı başından geçip gitmektedir. Turizme kazandırılırsa defineciler için caydırıcı olur, aynı zamanda yöre insanı da kazanır.
Kemertaş’ı geride bırakarak aracımıza doğru hareket ettik. Yolumuz üzerindeki ağaçlardaki ilginç oluşumları inceledik.
Yola çıktığımızda bir sürprizle karşılaştık. Kavaklıdere’nin meşhur bakırcılarının el yapımı ürünlerinden satın aldık.
Çine’ye girdiğimizde meşhur köfteci Mehmet Zengin’e uğradık. Köfteleri ve piyazları yedikten sonra Kuşadası’na hareket ettik.