“Yüzlerce yıldır bu topraklardan birçok uygarlıklar geldi geçti. Hepsi de benim meyvelerimden yediler. Çok savaşlar, cengaverler, yiğitler, efeler gördüm bu topraklarda. Hepsi tarih oldu. Etrafımda benimle birlikte yaşayan akranlarım bile kalmadı.Asırlardır yalnızım...
Bugüne kadar yaşayabilmem belki de bir şanstır. Bu çıplak tarlanın ortasında yalnız başıma hala yaşamaya devam ediyorsam, kızgın bir sobanın içinde gövdem kül haline gelmemişse, bunu Kirazlı Köyü’nden Faruk YARAN’a borçluyum.” Dili olsaydı belki de böyle diyecekti,yüzlerce yıllık anıt zeytin ağacı.
Bolluğun, adaletin, sağlığın, barışın, zaferin, aklın, ölümsüzlüğün, arınmanın ve yeniden doğuşun simgesi olan, fakir toprakların zengin ağacı zeytin, Akdeniz’de olduğu gibi bölgemizde de tarihin sessiz tanıkları arasındadır. Yıllardır çok şey yitirilen Kuşadası’nda, farkedemediğimiz o kadar çok doğal zenginlikler var ki, insan bu değerlerin farkına vardığında çok mutlu oluyor.
Tüllü Dağı’nın batı yamaçlarındaki Kırkayak Merdiven Tepesi’nin batısında, Uydukentin doğusunda kalan bir tarlanın içinde, asırlardır yalnız bir şekilde doğal bir anıt gibi duran zeytin ağacı, belki de yanıbaşındaki tarladan çıkan antik taşlarla aynı yaştadır.
Türlerinin kesilerek yerlerine dikilen binalara inat edercesine yüzyıllara meydan okuyan bu zeytin ağacı, Kuşadası’nda tespit ettiğimiz 3. doğal anıttır. 1000 yaşın üzerinde olduğunu tahmin ettiğimiz, gövde çevresi 7.05 mt. olan bu harika zeytin ağacının da, anıt ağaçlar kapsamına alınması için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Doğa Koruma ve Milli Parklar Mühendisliği’ne müracaatımızı yapacağız.
Yaşlı bir dedenin yüzündeki kıvrımlar gibi oluşan gövdesinin hemen yanından yeni sürgünler veren zeytinin, hala çok sağlıklı olduğu görülmektedir.
Her anıtsal zeytinin sahipleri, tespit ettiğimiz bu 3 zeytin ağacının sahipleri kadar duyarlı olmayabiliyor. “Birkaç kışlık yakacak odunumuz çıkar, nasılsa yanlarından sürgün verir” diye, koca bir tarih yokedilebiliyor.
Adına efsaneler yaratılan en kutsal ağaçtır zeytin.
“İlyada” adlı destanı yazan İzmir’li kör ozan Homeros, bir zeytin ağacının altına gelerek, arkadaşına destandan parçalar okur. Sonra gümüş renkli zeytin yapraklarına bakarak “yeşil kırma zeytini çok severim” der. İri zeytin taneleriyle doldurduğu torbasını bir taşın üzerine yayar. Başka bir taşla da torbaya vurur. Kırılan yeşil zeytin tanelerini, yarısına kadar su dolu bir toprak çömleğe aktarır. Sulu zeytine, bir avuç kaya tuzu ekler. Sonrada çömleği zeytinin oyuğuna yerleştirir. “Sonra gelip zeytinleri yeriz” der. Kırma zeytinlerin acısı suya sızar. Daha sonra buraya taze ekmekle gelen Homeros, zeytinleri geniş bir tabağa çıkararak, üzerine zeytinyağı döker. Taze ekmeği zeytinyağına bandıra bandıra zeytinleri yerler. Homeros’tan bu yana aynı gelenek günümüzde de devam etmektedir.