Doğa ve tarih cenneti Bafa Gölü’nün güneyinde, baharın tüm güzellikleri içinde yürüdük bu hafta.Bafa’ya girer girmez, baharla birlikte canlanan yaban orkideleri karşıladı bizleri.
Kendilerini beğendirmek için tüm güzelliklerini sergileyen orkidelerin hepsinin birbirinden güzel olduklarını gördük.
Farklı renklerde ve farklı özelliklerde olan orkideleri inceleyerek fotoğrafladık. Bu bölgenin orkide cenneti olduğunu, toprakta her an yapraklarının arasından çıkmaya hazırlanan birçok türü görünce anladık. Hangi türlerin çıkacağını merak ettik.
Bafa’nın kıyılarının sadece orkide değil, yüzlerce bitkiden oluşan bir cennet olduğunu gördük.
Papatya Tepesine geldiğimizde, gökten papatya yağmış gibi her yerin bembeyaz olduğunu görünce şaşırdık.
Kendilerini papatyaların içine atanlar, bu tepeden ayrılmak istemediler.
Doğanın tüm haşmetiyle güzelliklerini sergilediği bu coğrafyanın, doğa tutkunlarının, botanikçilerin mutlaka gelip görmeleri gerektiği bir tabiat harikası olduğuna karar verdik.
Birçok yerde henüz çıkmayan karganların, Bafa’nın kendine özgün klimasında mor çiçeklerini gururla sergilediklerini gördük. Yapraklarının lavanta kokusunu derin derin içimize çektik.
4,5 saat boyunca tepeler aştık, dereler geçtik, doğanın tüm güzelliklerini gördük. Kendimizi yeryüzünde cennette hissettik.
Miletos’un Antik Dönem’deki kasabası İoniapolis’in bulunduğu Belen Tepesi’ne bakarak, tarihin kapısından içeriye girdik.
Göl kıyısındaki manastır rahiplerinin yaşamlarını düşündük, kaldıkları yerleri inceledik.
Beşparmak Dağları’na gölün aynasından bakarak, Dünyalar yakışıklısı Çoban Endymion ve Ay Tanrıçası Selene’nin arasında geçen mitolojik aşkı düşündük.
Göl sularından dışarıya bir füze gibi fırlayıp tekrar suya düşen kiloluk kefalleri ve yüzlerce sakar mekenin kanatlarını çırparak çıkardığı sesleri dinledik, suda oluşturdukları izleri gözlemledik.
Bafa Gölü’nün güneyindeki tepelere girdiğimizde, pek fazla bilinmeyen ancak bir dönem için çok önemli olan tarihin gizli sırlarıyla karşılaştık.
Binlerce yıl önce Bafa henüz Ege Denizi’nin Latmos körfeziyken, buradan başlayan ve Didim’in Dünyaca ünlü Apollon Tapınağı’nda biten yolculuğun hikayesini, Antik Miletos Mermer ocaklarında anlattık.
Tapınak yapı belgelerinde yazdığı gibi, Antik Dönem’de Miletos’un mülkiyeti altında olan ocaklardaki geçen çileli yaşamları anlattık. Buradaki iş gücünü kendilerine para verilmeyen, ancak yemek ve barınma olanağı sağlanan tapınak kölelerinin acılı dramlarını düşündük. Apollon Tapınağı’nın sütunları için usta işçiliklerle hazırlanan tonlarca ağırlığındaki bu kasnakların, insanın yürümekte zorlandığı bu araziden, döneminin deniz kıyısına nasıl ulaştırdıklarını hayret ettik. Antik Dönem’in taş ustalarının yonttuğu sütun kasnaklarına baktığımızda, bu işçiliğin gerisindeki çileli yaşamları, olağanüstü yetenekleri, zor arazi koşullarını, inanılmaz gücü ve muhteşem teknikleri görerek, o dönemin insanlarına hayranlık duyduk.
Bafa’nın kıyısında sadece tabiatın güzelliklerinin değil, tarihin inanılmaz hikayelerinin yattığını, her kıyısında ayrı bir kültür hazinesinin olduğunu, Neolitik Dönem’den günümüze kadar gelen insan yaşamlarının izleriyle dolu olduğunu gördük. Dünyada çok az rastlanabilen özelliklere ve güzelliklere sahip Bafa Gölü’nün, Beşparmak Dağları’yla bütünleşen muhteşem doğal peyzajını doğal teraslardan seyrettik.
Yürüyüşümüz bittiğinde Bafa’nın en güzel köşelerinden biri olan Kahve Asar Adası’nın karşısına geldik.
Çeri’nin Yeri’nde, çorbalarımızı içtik, soğuk mezelerimizi, salatalarımızı, böreklerimizi, balıklarımızı, helvalarımızı yiyerek, çaylarımızı içtikten sonra Kuşadası’nın yolunu tuttuk.