Söke’den Bodrum’a doğru gidenlerin ilgiyle izledikleri bir tabiat harikasıdır Bafa Gölü. Bu yoldan geçenler gölün bir noktasında durarak mutlaka anılarını ölümsüzleştirirler. Bafa Gölü’nün güzellikleri Söke-Bodrum yoluyla sınırlı olmayıp, her köşesinde farklı doğal ve kültürel özellikleri bulunmaktadır.
Buradaki iklim şartları öylesine değişiktir ki, Kışta baharı yaşarsınız.
Şubat değil Nisan gelmiştir sanki.
Orkide cennetidir burası. Şubat’ta başlar orkideler açmaya, Mayıs girdiğinde sayısını unutursunuz orkide türlerinin.
O an hangi orkide türünün çıktığını anlamak için, zeytin toplayan bir kadının saçına bakılır burada. Binlerce yıldır devam eden geleneğin bilmeden devam ettirildiği görülür bu coğrafyada.
Doğa öylesine acelecidir ki Bafa’nın kıyılarında, Nisan’ı beklemeye gerek duymaz, cömertliğiyle tüm güzelliklerini sergiler.
Karganlar en erken burada açar. Özgün bir kliması vardır buranın.
Karganlar Bafa’nın kıyısında mor renkleriyle inanılmaz bir görüntü oluştururlar.
Sapamaların renkleri görenin ilgisini çeker, kiraz gibi yemek ister insan.
Şubat’ta başlayan bahar, Bafa’yı adeta çiçek cennetine dönüştürür. Kelebeksi orkideler bile dayanamayarak tüm güzellikleriyle doğayı canlılıklarını katarlar.
Bafa Gölü’nün kıyısından yükselen tepelerin birisinin adıdır, Papatya Tepesi. Kendini papatya denizinde zanneder insan burada.
Şubat aylarında meydana gelen bu canlılık, zeytin derdinde olan yöre insanının pek ilgisini çekmese de, yüzlerce kilometre öteden gelen başka insanların ilgisini çekmeyi başardığı görülür.
Çuvalını kapıp gelen bu insanlar, buradan topladıkları papatyaları alır götürür olmuşlar son yıllarda. Hala kışın devam ettiği Bursa sokaklarında çiçekçiler bayanlara beyaz papatya satıyorsa, bilin ki Bafa’nın papatyalarıdır onlar.
Sarısı, mavisi, yeşili beyazı, kırmızısı alı moruyla her yeri çiçeklerle doludur Şubat ayında Bafa’nın.Kendisini cennette hisseder insan, huzur bulur burada.Girintili çıkıntılıdır bu bölgesi, doğal bir liman gibidir kıyıları Bafa’nın.Karşısı ne kadar kayalıksa, burası da inadına yeşil çamlarla doludur.
Beşparmak Dağları’nın Bafa’yla birleşen muhteşem panoraması en güzel buradan görülür.
Miletos’un Antik Dönem’deki kasabası İoniapolis’i Belen Tepesi’ne bakarak hatırlanır burada.Aradaki Bafa’nın durgun suları ve o kadar uzaklığa rağmen, bu bölgeden bakınca Kapıkırı’nı dokunuverecekmiş gibi hisseder insan. Doğanın içinden geçerek, tarihin kapısından içeri girdiğinizde zamana bir yolculuk başlar artık.
Bafa Gölü’nün güneyindeki tepelerde, tarihin çok önemli sırlarının sessiz bir şekilde durduğu görülür. Binlerce yıl önce Bafa henüz Ege Denizi’nin bir körfeziyken, buradan başlayan ve Didim’in Dünyaca ünlü Apollon Tapınağı’nda biten bir yolculuğun hikayesidir bu.
Tapınak yapı belgelerine göre, Antik Dönem’de Miletos’un mülkiyeti altında olan Antik mermer Ocaklarıdır buraları. Buradaki iş gücünü kendilerine para verilmeyen, ancak yemek ve barınma olanağı sağlanan tapınak kölelerinin acılı dramlarının geçtiği bir coğrafyadır burası. Apollon Tapınağı’nın sütunları için usta işçiliklerle hazırlanan tonlarca ağırlığındaki kasnakların, insanın yürümekte zorlandığı bir araziden su kıyısına kadar nasıl ulaştırdıklarının inanılmaz öyküsüdür.
Antik Mermer Ocaklarında taş kırma, ilk yontma, çalışma artığı taşların tasfiyesi, nakil yolunun yapım ve onarımı, ocaklardan limana nakil, limanda mimari parçaların gemiye yükleme işlemi ve gemilerle Panarmos’a taşıma, burada yükün indirilmesi ve Didyma’ya taşınması, bugün düşünüldüğünde o dönemdeki insanın zekası ve gücü inanılmaz gibi gelmektedir.
Bafa’ya gelerek buradaki arazi koşullarını, ocaklardaki kayaların işlenişini, kasnak haline gelişini ve aşağıya suya kadar olan mesafeyi görüp, bir de o dönemde deniz naklini düşündüğünde, Didim’deki Apollon Tapınağı sütunlarına bir başka şekilde bakıyor insan. Antik Dönem’in taş ustalarının yonttuğu sütun kasnaklarına baktığında, bu işçiliğin gerisindeki çileli yaşamları, olağanüstü yetenekleri, zor arazi koşullarını, inanılmaz gücü ve muhteşem teknikleri görüp, düşünebiliyor.
Muhteşem kültür hazinesini meydana getiren bu insanların ömürleri tapınağın bitmesine yetmemiştir. Aynı tekniği kullanarak, aynı taşlardan yapılan bu mezarları da ölen arkadaşları için mi yapmışlardır diye düşünmeden geçemiyor insan.
Bafa’nın kıyısında sadece tabiatın güzellikleri değil, tarihin inanılmaz hikayelerinin yattığı bilinmelidir. Gölgesinde oturulan zeytinin meyvesini yiyen insanların, kaç kuşak öncesine gittiğinin hesabı yoktur Bafa’da. Çünkü tarihin bu sessiz tanıkları belki daha nice kuşaklara zeytinlerini yedirmeye devam edecektir.Sadece Söke-Bodrum yolundan geçenlerin gördüğüyle sınırlı değildir Bafa Gölü.
Yüzlerce kilometre öteden yarattıkları kirliliğin nelere mal olduğunu bilmeyenlerin gelip görmeleri gerektiği bir yerdir Bafa Gölü.
30 yıl öncesinden günümüze gelinceye kadar nasıl bir ekolojik yapıya dönüştüğünü, bu zenginliklerin neden azaldığını, burada kuşların bile kardeşçe birbirine zarar vermeden yaşadıklarını görmeleri gerekir. Yarattıkları kirliliğin nelere mal olduğunu görürler de, bu zenginliklerin bitmesini engel olurlar.
Şubat girince Bafa birden canlanıyor. Doğanın tüm güzellikleri bir bir kendini gösteriyor. Her gün yeni bir çiçek toprağın altından fırlıyor, her gün yeni bir canlı dünyaya gözlerini açıyor Bafa’da.
“ Eskiden günde 100 kg. balık toplardım, şimdi ayda 100 kg topluyorum” diyen Gölyaka’lı kayafın sözleri çok önemli. Gölün ekolojisini özetliyor.
Dünyalar yakışıklısı Çoban Endymion ve Ay Tanrıçası Selene’nin arasındaki mitolojik aşkın geçtiği Bafa Gölü’ne, sadece Söke-Bodrum yolundan geçerken bakmamalı, tüm güzelliklerini yaşamalı, gölü tanımalı, onu anlamalı ve sahip çıkmalıdır.