Beşparmak Dağları’ndan başlayarak, Madran Dağı’na doğru uzanan coğrafya içinde gökten yağmış gibi serpilen binlerce gnays kaya bölgeyi vahşi bir görünüm kazandırır. Dağın çevresinde yaşayan köylülere ait yerli sığırlar, yılın 12 ayı bu vahşi coğrafyanın içinde yaşar. Dağda hemen her köylünün en az 10-15 sığırı vardır. Köylülerin yerli kara dediği genelde kısa bodur olan bu sığırlar, damda beslenenlerin aksine yem ve su verilmez, sütleri sağılmaz, hastalansalar veterineri olmaz.
Dağın engebeli kayalıkları arasında kendi yiyeceklerini kendileri bulur, akan derelerden sularını içer, kendi kendilerine doğum yapar ve yavrularını kendileri büyütürler. Beşparmak doğasının doğal sığırlarıdır bunlar. Bu sığırların sahipleri ayda 1-2 sefer dağa çıkarak, sığırları sağ mı, ölümü tüm araziyi dolaşarak kontrollerini yaparlar. Yöre insanları için bu sığırlar çok önemlidir. Ekonomik olarak yastık altı altın gibidirler. Köylü ekonomik olarak zorda kaldığında 1-2 tane yakalar, kasaba satar, böylece gününü kurtarır.
Sığırlar dağda çok az insan gördüğünden ve özgürce dolaştığından yabanileşmişlerdir. O nedenle kasaba satılırken yakalanmaları çok zordur, kovboyumsu özel tekniklerle yakalanırlar, yakalamak isteyenleri de hayli terletirler.
Köylerde bu yakalama işi, özel tuzak hazırlayan profesyonel kişiler tarafından yapılmaktadır.
Bugün Beşparmak Dağları’nın doğusunda bir manastıra ait freskleri araştırmaya gittik. Freskleri bulduk. Daha sonra geri dönmek için yola koyulduk.
Vadiden yukarı çıkarken zeytin toplayan köylüleri gördük ve sohbet ettik.
Aşağıdaki Bizans Dönemi’ne ait yerleşimin etrafında, zeytinyağı sıkılan taş görüp-görmediklerini sorduk. Köylüler dere yatağında çok eski yıllarda böyle bir taşı gördüklerini ama her taraf balkanlık olduğundan tam olarak yerini hatırlamadıklarını söylediler.
Biz de Antik Dönem’de kullanılmıştır diye tahmin ettiğimiz bu taşı aramak için, tekrar vadiye aşağıya indik.
Vadiye indiğimizde devasa kayaların arasında bir dananın küçük bir kayanın üstünde durduğunu fark ettik. Hiçbir yol olmayan bu kayaların arasında dananın nasıl geldiğini düşündük. Biraz araştırınca 10 metrelik kayaların üstünden buraya düştüğünü anladık.
Topalladığından ön ayağının birinin sakatlandığını ve sırtının bazı bölgelerinin yaralandığını fark ettik. Çok bitkin ve zayıflamış olduğunu gördük. O da bizi görünce hemen hareketlendi ve bize doğru bakmaya başladı. Sanki yardım ister gibiydi. Ama öyle bir yerdeydi ki, bizim kurtarmamız imkansızdı.
Tekrar yukarı çıkarak zeytin toplayan köylüleri çağırdık. Onlarda iplerle aşağı indiler.
Önce danayı yukarı nasıl çıkarırız diye bir plan yapmaya çalıştık. Dana çok kötü bir yerdeydi. Bulunduğu yerin hemen arkasında bir 10 metrelik daha kayalık bir boşluk vardı.
Kayalar da yaş olduğundan çok kaygandı. Danayı kurtarmak isterken kendimizde bir kazaya kurban gidebilirdik.
Köylüler 1 hafta bu danayı dağın her tarafında aramışlar ama bulamamışlar.
Çok tehlikeli de olsa, köylü kadın dananın kurtarılması için ısrarlıydı. Oğlu 1 yıl sonra askere gidecekmiş. Askere giderken bu danayı satıp, asker parası olarak verecekmiş.
Köylü kadın büyük bir cesaretle, düşme riski bulunmasına rağmen kocasının arkasından kayalardan aşağı sarkarak aşağı indi.
Köylü adam, dananın vahşileştiği için yanına yaklaştırmayacağını ve süsebileceğini söyledi. Sonra da ipi kement yaparak, defalarca atıp uzun bir süre sonra danayı yakalayabildi.
Dana yakalanınca 1,5 saat sürecek kurtarma mücadelesi başlamış oldu.
Hem dananın hayatını kurtarmak, hem de kaygan kayalıklardan düşmemek için zorlu bir mücadele verildi.
Tehlikeli olan danayı bir kayanın başına çektiğimizde boynuz sallayabilir, o sırada bizde düşebiliriz korkusuydu. Çünkü her taraf kayalıktı. Hem dananın hem de kendimizin korunması gerekiyordu. Bazı kayaların üstü dar olduğundan, birlikte durabilmemiz için dana çıktığında sakin olması gerekiyordu.
Dana aşağıda huysuz olsa da, çıkarırken sanki kurtulacağını anlamış gibi bize boynuz sallamadı, biz de düşmedik.
Tehlikesiz bir düzlüğe çıktığımızda dana da, hepimiz de çok mutluyduk. Ama en çok mutlu olan köylü kadındı. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Sonra da “ Sizi Allah mı gönderdi bilmem. Bu dananın düştüğü yere kuş uçmaz kervan geçmez. Hiçbir Allahın kulunun bu danayı orda görmesi mümkün değil. Halbuki siz yukarı çıkıyordunuz, zeytin taşı deyince birden geri dönüp aşağı indiniz. İnmeseniz bu danayı göremeyecek ve bu hayvan ölecekti. Şu kaderin cilvesine bak.” Diyerek bizlere çok teşekkür etti.
Bu dananın geleceği yine bir kasabın bıçağı altına yatmak olacak. Ama kadın da onu yaşatma çabası vardı. Bunun nedeni kadındaki hem insani duygular, hem de ileride oğlunu bir süre de olsa ekonomik olarak rahatlatacak satıştan gelecek para.
Tüm bunlar için kendi canını tehlikeye attı.
Sonuçta herkes mutluydu.
Beşparmak Dağları’nın bakir coğrafyasında gördüğümüz bu yerli karasığırlara ait iskeletlerin akıbetinin nedenlerini, bugünkü tecrübeyle gördük.
Bu küçük yerli kara dananın kurtulmasına biz de çok sevindik.
Bu dananın yerinde biz de olabilirdik. O nedenle bu vahşi coğrafya da yalnız dolaşmamalı, yanında mutlaka bir iletişim aracı bulundurmalı, sırt çantasına ilk yardım malzemelerini, su yiyecek gibi hayati ihtiyaçların konulması unutulmamalı dedik.
Ama en önemlisinin de, sürekli hayvanlara eziyet ve katliamlar insanlar tarafından yapılsa da, kendinden başka bir canlıyı düşünen ve yardım edenin yine insan olduğunu anladık.
Gelecekteki akıbetini bilsek de, bu küçük kara danayı kurtararak yaşatma çabasına biz de ortak olmanın mutluluğunu yaşadık.