Türkiye’de doğal olarak yetişen fıstık çamı(küner) ormanlarının en yoğun olduğu bir coğrafyaya gittik.Latmos’un en güzel alanlarından biri olan Çavdar bölgesinden yürüyüşe başladık.Şemsiye görünümlü fıstık çamı ormanlarının içinde muhteşem manzaraları izleyerek yürüdük.Latmos’un zirvesi beyaza bürünürken, yolda bizi yağmur yakaladı.
“Kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır” diyerek, yağmura aldırmayıp yolumuza devam ettik.
Harika coğrafyanın içinde, başına dikilmiş ilginç taşları olan mezarları inceledik. Mezarların 1700-1850 yılları arasında bölgedeki salgın hastalıklar döneminde, Beşparmak Dağları’nda yaşayan Yörüklere ait olduğunu, bu tür mezarlıkların dağın birçok yerinde görüldüğünü, ölen kişilerin sosyal statülerinin taşların formlarından anlaşıldığını söyledik.
Latmos’un, tarih öncesi devirden, Antik Dönem’e, Osmanlıdan yakın döneme kadar birçok uygarlıkların, toplulukların barındıkları, saklandıkları ve yaşam alanı olarak kullandıkları bir yer olduğunu ve bu dağdaki zorlu yaşam koşullarını anlattık.
Yakın döneme kadar dağda yaşayan Yörüklerin köylerini kurarak yerleşik düzene geçtiklerini ve dağın ıssız köşelerinde birkaç eski çoban yörüğün kaldığını söyledik. Dağda 25-30 yıl öncesine kadar 50’ye yakın keçi sürüsü olduğunu, günümüzde ise 3-5 sürü kaldığını ve bu kültürü sürdüren birkaç ailenin hala dağda yaşadığını anlattık.
Eski çobanlardan olan, ancak keçilerini satarak inatla dağda çağdaş yaşam koşullarından uzak bir şekilde yılın 12 ayı yaşayan Yusuf BİLİR’in evini ziyaret ettik.
Yılın 12 ayı dağda kalan Yusuf BİLİR’in çevreci bir düzenlemeyle dağın imkanlarını kullanarak kendi yaşam alanını kurduğunu gördük. Kış suyunu dağdan gelen derelerden sağladığını, yaz suyunu ise kendi imkanlarıyla doğaya uyumlu bir şekilde inşa ettiği baraj göletinden elde ettiğini söyledik.
Yusuf BİLİR’in 2 odalı evini Latmos’un taşlarından harç kullanmadan inşa ettiğini, yaz aylarında çam ağacının başına tırmanarak çıkıp yattığını anlattık. Çamaşırlarını zeytinyağlı sabunla, doğadan topladığı defneleri kara kazanda kaynattığı suyla yıkadığını, ekmeğini kendi imal ettiği fırında pişirdiğini, tüm gelirini de fıstık çamı kozalaklarından ve zeytinden elde ettiğini söyledik.
Latmos’un kendine özgü doğasında Yusuf BİLİR’in odun ateşinde yaptığı çayları yudumlayıp, teknolojinin bütün imkanlarından kısıtlı bir şekilde yaşamını sürdüren bu insana aramızda topladığımız çoban sağlığını vererek yolumuza devam ettik.
Cumaali kışlasında daha 10 yıl öncesine kadar yapılan, günümüzde ise teknolojiye yenik düşen ayak yağının yapılış şeklini zeytin değirmenlerinin yanında anlattık.
Yüksek performans gerektiren bu yürüyüşte herkesin enerji dolu olduğu görüldü.
Taş devrinde yaşayan insanların döneminden kalan ilginç kayaların içine girdik.
İlginç kayaların içinde zamana yolculuk yaparak taş devrinde burada yaşayan insanları düşündük.
Öylesine enteresan yerlerden geçtik ki, kendimizi sanki uzayda farklı bir gezegende gibi hissederek, zamana yolculuk yaptık.
Her kayadan farklı figürler çıkardık, kimine insana, kimine hayvana, kimine balığa benzettik. Doğal ve kültürel zenginliklerinin yanı sıra jeolojik ve jeomorfolojik açıdan Türkiye’nin en önemli alanlarından biri olan Beşparmak Dağları’ndaki kayaların erozyonun etkisiyle kendine özgün figürler ve semboller oluşturduğunu gördük.
Muhteşem bir doğa ve doğanın içinden mega kentlerin gökdelenleri gibi fırlayan Latmos’un gnays kayalarını hayranlıkla izledik.
Üzerimize düşüverecekmiş gibi duran kayaların altından tüm engelleri aşarak yolumuza devam ettik.
Parkur üzerindeki ilginç mağara oluşumlarını inceledik.
Latmos’lu Yörüklerin çevreci mimariyle yaptıkları evler çok ilgimizi çekti. Kendisinden binlerce yıl önce yaşayan insanlar gibi, barınaklarını doğaya saygılı bir şekilde yapan Latmos’luların basit ama harika yapılarını hayranlıkla inceledik.
Kumanya molasında dağda sığırlarını bakmaya gelen Yörük ailenin ikram ettiği ballardan yedik.
“Gençliğimde 1-2 tane fotoğraf çektirmiştim, başka hiç fotoğrafım yok” demişti, Bozalan kışlasında yaşayan eski bir Yörük çoban.
Bizde daha önce çektiğimiz fotoğrafları bastırarak, çobana getirip verdik. Çobanın yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi, para versek bu kadar sevinmezdi, biz giderken hala fotoğraflarına bakıyordu.
Çalı formunda olan dağ çileklerinin, Latmos’un bakirliği içinde devasa boyutlara ulaşarak kocaman ağaçlar haline geldiğini gördük ve lezzetli çileklerinden tattık.
Antik Dönem’de Menderes ve Marsyas vadilerine ulaşımı sağlamak için yapılan taş döşeme yollarda, binlerce yıl sonra yürümenin hazzını yaşadık.
Antik Dönem’den günümüze kadar kullanılan pınarları inceledik.
19. yy.da bu dağları mekan edinen Çakırcalı gibi namlı efelerin ve dağı kendine mesken edinen birçok eşkıyanın barındığı inlerini gördük.
Heyecan mağarasının labirent gibi dolaşan dar galerilerinden geçtik.
Latmos’un doğasının sadece baharda değil yılın her mevsiminde cömert davrandığını gördük.
Günümüzden 8000 yıl önce Latmos’ta yaşayan tarih öncesi sanatçıların, mağara duvarlarına çizdikleri insan resimlerini inceledik.
Dünyada eşi benzeri olmayan, içinde sayısız doğal ve kültürel değerlerin bulunduğu bu kutsal dağın korunması gerektiğini, maden ocakları tarafından geri dönülmez tahribatlar oluşarak büyük yara aldığını üzülerek gördük. Eğer önlem alınmazsa, gördüğümüz tüm bu güzelliklerin geri gelmeyecek şekilde yok olacağını biliyoruz. Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü’nün Beşparmak Dağları’ndaki kaya resimleri ve arkeolojik bulguların tescil işlemlerine başlamalarını takdir ediyor ve destekliyoruz. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın da acil olarak bu benzersiz güzellikleri ve özellikleri olan dağa, gerekli önemi gösterip mutlaka bir koruma statüsüne kavuşturmasını bekliyoruz.
Latmos’un bu muhteşem coğrafyasında maden kamyonlarının değil, turistleri taşıyan tur otobüslerinin dolaşması için, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da gerekli desteği vereceğine inanıyoruz.