Milas-Bodrum havaalanı yapılmadan önce, İstanbul’luların ve Ankara’lıların İzmir havaalanında inerek, karayoluyla Bodrum’a ulaşmak için tercih ettikleri tek yol, Bafa Gölü kıyısından geçmekteydi.
Bu yoldan geçen birçok yazar-çizer büyülendikleri bu coğrafyadan ilham alarak yıllarca resimler yapmış, hikayeler yazmışlardır.
Ay tanrıçası Selene ile Çoban Endymion’un ölümsüz mitolojik aşk hikayesini günümüze kadar taşıyan bu coğrafya, gölle, dağın, doğayla, tarihin bütünleşerek, yıllardır bu yoldan geçenlere görsel bir şölen sunduğu bir alan olmuştur.
İçinde Orta Çağ – Bizans Dönemi’nde kurulmuş küçük bir kasabanın kalıntıları bulunan Menet Adası’nın karşısına bakanlar, bu harika manzarayı tamamlayan Latmos’un bu tarafının da oyulmaya başladığını görmektedir.
Aynı alanın biraz doğusunda daha büyük ocakların açılarak, büyük bir hızla yayıldıkları görülmektedir. Aynı metastaz gibi…
Bafa’nın bu eşsiz doğal peyzajının da tehlike altına girdiği görülmektedir.
Latmos’taki bu metastaz devam ederse, Batı Anadolu’nun doğa ve tarih cennetinin, bir cehenneme dönmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bu metastazın giderek büyümesi sadece bu oluşuma yol açanları mutlu etmektedir.
Geri kalan herkes bu görüntülerden mutsuz ve gelecekten kaygılı oldukları görülmektedir.
Dağdaki kayalar bile bu metastazdan hoşnut olmayıp, kendine savunmak için doğanın yarattığı erozyonla goril şekline dönüşmektedir.
Latmos’taki on binlerce kaya erozyonun yarattığı şekillerle, heykeltıraşları kıskandıracak eserleri meydana çıkarmaktadır.
İnsana huzur veren görüntülerle dolu Latmos, yöre insanının ekonomisine katkı vermek için doğal fıstık çamlarını yaratmış.
Latmos, Tarih Öncesi Dönem’den günümüze kadar birçok uygarlıklara ev sahipliği yaparak eşsiz ve benzersiz güzellikleri insanlığın hizmetine sunmuş.
Binlerce yıllık mirasların olduğu kayalar, kazanma hırsıyla yanıp tutuşanlar tarafından insafsızca patlatılıp toz haline getirilirken, bu dağın kültüründe yaşayan yöre insanları o kayalara zarar vermeden barınaklarını yaparak, çevreye olan saygılarını göstermişlerdir.
Köşe yazarı Yalçın BAYER’in köşesinde “Söz konusu yazınızda belirttiğiniz Beşparmak Dağları bölgesindeki maden üretimi konusunda, son 10 yıl içerisinde hem feldspat hem de yeni bir maden ruhsatı alma konusunda aksiyonumuz bulunmamaktadır” diyen grubun,
Bu dağlarda böyle bir çalışmanın var olduğunu kendi diktikleri tabelalarda görerek ve Latmos’un en güzel yerlerinden biri olan Çavdar bölgesinde de yeni ocak açmak için taleplerine yanıt beklediklerini üzülerek öğrenmiş bulunuyoruz.
Aslında kültüre ve sanata değer veren ve hassasiyet gösteren bu grubun en üst düzeyindeki insanların, bu coğrafyanın doğal ve kültürel değerlerini bilmelerini isterdik. Eminiz ki o zaman bu maden faaliyetlerine izin vermeyeceklerdir.
Bu dağların olağanüstü güzelliklerini dinamitlerle patlatarak geri dönülmez tahribatlar yaratanlar, bu güzelliklerin devamlılığını sağlayacak turizm faaliyetlerine el atsalar, herkesin kazanmasını sağladıkları gibi, Latmos’un doğal yapısını koruyarak geleceğe çok önemli bir mirası taşıyacaklardır.
Binlerce yıllık insanlığın izleri yeni yeni bulunmaya başlarken ve araştırmalar bilim insanlarınca devam ederken, bu izlerin yok olmasına yol açan maden çalışmalarının daha hızlı ilerlediği görülmektedir.
Latmos, maden şirketleri tarafından tam bir “madeni bulduk” deyimi gibi bakılmaktadır. Ancak şu da bilinmelidir ki, Anadolu’da başka Latmos yoktur.
Latmos UNESCO’ya müracaat edilmiş bir yerdir. Ancak böyle kalırsa UNESCO kabul edebilir. Eğer edilirse Latmos kazanır, Türkiye kazanır.
Bu coğrafyanın korunması için sadece Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun çalışması yetmemektedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın da katkı yaparak, bu dünya mirasına sahip çıkması gerekir.