Türkiye’nin doğal ve kültürel miraslarını UNESCO’ya aday gösterenler Beşparmak Dağları’nı gelip görseler, kuşkusuz hiç düşünmeden karar verip UNESCO’ya kabul ederlerdi.
Beşparmak Dağları doğasıyla, tarihiyle, 8000 yıllık prehistorik kaya resimleriyle, kendine özgün benzersiz kaya yapıları ve Türkiye’nin en önemli doğal fıstık çamı ormanlarıyla bir tabiat harikası ve açık hava müzesi niteliğinde önemli bir doğa alanıdır.
Bu dağlar tarih öncesi devirden, Antik Dönem’e, Osmanlıdan yakın döneme kadar birçok uygarlıkların, toplulukların, insanların barındıkları, saklandıkları ve yaşam alanı olarak kullandıkları bir yer olmuştur. Yakın döneme kadar birçok Yörük bu dağlarda barınmışlar. Burada yaşayan insanlar doğayla öylesine bütünleşmişler ki, barındıkları yeri kireçle boyamasalar ev olduğunu anlamak bile mümkün değildir.
EKODOSD Onursal üyesi Dr. Anneliese PESCHLOW’un, Beşparmak Dağları’nın birçok yerinde görülen eski Yörük mezarlıklarında yaptığı araştırmalarda, bazı mezar taşlarında 16.yy dönemine rastladığı görülmektedir.
Bir dönem bu coğrafyada yaşanan veba salgınından sonra kesilen insan yaşantısının, 18. yy ortasından itibaren tekrar hareketlendiği görülmüştür.
Beşparmak Dağları’nda son 25-30 yıl öncesine kadar var olan 50’ye yakın keçi sürüsünün, çoğalan nüfus, ekonomik koşulların zorlaşması, dağdan köye, köyden kente olan göçler sonucunda, 3-5 sürüye kadar düştüğü görülmektedir.
Sürüler azalınca dağda yaşayan insanlar en yakın köylere göçmüş, günümüzde günübirlik çalışmak için dağa çıkar olmuşlar.Sadece birkaç aile dağda kalmış.
Bu muhteşem coğrafyanın içerisinde yılın 12 ayı yaşayan birkaç aileden birisi de Yusuf BİLİR. Beşparmak Dağları’nın engebeli kayalıklarını aşarak, Yusuf BİLİR’in doğayla bütünleşen malikanesine ulaştık.Burası öylesine güzel bir yer ki, ne trafik gürültüsü, ne hava kirliliği, ne de bir teknoloji kirliliği var.
Yusuf BİLİR ne bir mimar, ne de bir inşaat mühendisi. Bir inşaatta bile çalışmamış. Kendi yaşam alanını kendisi kurmuş. Yani yaptığı eserin mimarlığını da, ameleliğini de kendisi yapmış.
Tüm kullanacağı alanları kendisinden binlerce yıl önce bu dağlarda yaşayan insanların yaptığı gibi, doğadan yararlanarak, doğayla uyum içinde yapmış.
Kışın bol olan ancak yazın kıtlığı çekilen su için çok düşünmüş.
Çok basit gibi görünen ama önemli matematiksel bir zeka isteyen, küçük bir baraj inşa etmiş Yusuf BİLİR. Ama öylesine doğayla uyumlu ki, dikkat etmezsen farkında bile olmuyorsun.
Yaptığı barajdan sonra küçük bir gölet oluşmuş. Buradan içme ve kullanma suyunu karşılamakta.
“İlkokul 3’e kadar okudum. Daha da okumak isterdim ama babam beni okuldan aldı, keçi sürülerinin peşine saldı.” Diyen Yusuf BİLİR, acaba okusaydı, bir mimarlık fakültesine gider miydi diye düşünüyor insan.
Fırını da evi gibi kendisi yapmış.
Hayvanlarını sulamak için ayrı bir havuz inşa etmiş. Havuz da doğaya uyumlu.
Yağmurdan, güneşten hayvanlarını korumak için yine doğadan faydalanmış Yusuf BİLİR.
Artık tarihe karışan ayak yağı işçiliğinde kullanılan bir değirmen taşının başında eski günlerini hatırlayan Yusuf BİLİR “ Rahmetli anam kadın neler çekerdi zeytin zamanı. Biz de 10 yıl oldu bırakalı. Yengenin dizlerinde derman olsa yine devam ederdik ama güç kalmadı artık kadında.”
“Ne yer ne içersin bu dağın başında yılın 12 ayı” dediğimizde, “zeytinimiz var, çam fıstığı var, ayvamız, narımız var, tavuklarımız var yumurtluyor, horozlarımız var kesiyoruz, her türlü sebze de yetiştiriyorum, hem de ilaçsız, ineklerin dışkısıyla” dedi.
“Hastalanınca ne yapıyorsunuz” diye sorunca “biz pek hastalanmayız, zaten dağda ot çok” dedi Yusuf BİLİR.Kendine küçük bir üzüm bağı da yapmış.
Sıcak yaz günleri için kendine yine doğadan faydalanarak güzel bir kamelya inşa etmiş.
Sıcak yaz günlerinde tırmanarak çıktığı evin hemen yanındaki fıstık çamın dalları arasında geceleri uyuyabileceği bir alan yaratmış.
Yara alan ancak tüm koşullara rağmen yaşamaya devam eden bir fıstık çamı ağacını kesmek yerine, altına bir kayayla destek yapacak kadar doğayı seviyor Yusuf BİLİR.
“Çocukluğumda bu dağlarda kaplanlar, ayılar, sırtlanlar yaşardı. Kara kovanlarımızı ayılardan korumak için kayaların üzerine yapardık. Bu hayvanlar bitti. Bunlar bitince domuzlar çoğaldı. Ben hep bunları düşündüm. Hiçbir canlıyı öldürmüyorum. “ diyen Yusuf BİLİR, tavuklarını, sebzelerini, meyve ağaçlarını korumak için kendi önlemini almış. Kendi yaşam alanının surlarını yine doğal taşlardan ve odunlardan yararlanarak yapmış.
Kendine yetecek kadar zeytin, fıstık çamı, bir avuç sığır ve keçisiyle mutlu bir hayat yaşıyor Yusuf BİLİR. 20 metrelik fıstık çamı ağaçlarına bir maymun çevikliğiyle çıkıyor, devasa boyuttaki gnays kayalıkların üzerinden keçi gibi atlıyor. 300 liralık trek ayakkabısı ve yüzlerce liralık kargo pantolonların çok o kadar önemli olmadığını, pazardan 2,5 liraya aldığı lastik ayakkabı ve dizi yamalı pantolonla bir çırpıda gösteriveriyor. Belli bir eğitime gerek duymadan, doğanın kendisine kazandırmış olduğu geleneksel yaşam tarzına güvenerek..
Beşparmak Dağları’nın bu bakir coğrafyasında karısıyla birlikte yaşayan Yusuf BİLİR’in konuştuklarını anlamak için, insanın biraz kendisini zorlaması gerekiyor. Bunun en büyük nedenini de, dağda konuşabilecek kimselerin olmayışı olarak düşündük. Televizyonun, radyonun, elektriğin, buzdolabının, çamaşır makinesinin kısacası teknolojinin bütün imkanlarından yoksun bir şekilde yaşayan Yusuf BİLİR, dünyada neler oluyor hiç farkında bile değil. Onun bütün dünyası burası. En büyük lüksü, 40 gün dayanan ve geceleri aydınlatan lüksü yakmaya yarayan küçük bir tüp. Kolunda bir saat ve “ben bundan anlamam, açmasını kapamasını öğrettiler, sadece ararlarsa bakarım” dediği eski bir cep telefonu.
“karnınız açsa hemen yemek yapalım” dediyse de, biz sıcak çay içtik. Yusuf BİLİR o kadar içten ve samimi bir insan ki, hayıttan yaptığı bir bastonu bize hediye etti.
Sonra muhteşem coğrafyanın arasından parmağıyla işaret ederek, canını sıkan bir oluşumu gösterdi.
“Ben bu dağların her kayasını bilirim. Bu kayalarda yıllarım geçti. Bu dağda da öleceğim. Ama son yıllarda bu dağı oyuyorlar. Hani bizim gençliğimizin geçtiği karşıdaki kayalar nerede, yok bak. Bembeyaz bir toz yığını haline geldi. Buralara da gelir mi bunlar acaba, bizim kayaları da ellerler mi? ” dedi.
Evet, biz de soruyoruz “daha nereleri oyulacak bu dağların, her birinden ayrı figür yaratılan kayaların daha ne kadarı beyaz toz yığınlarına dönecek.”
Gözleri kazanma hırsından başka bir şey görmeyenler, Yusuf BİLİR’in yarattığı küçük dünyasında sürdürdüğü, bu dağların binlerce yıldır devam eden kültürünü, doğaya olan saygısını, çevreye olan uyumunu görürler de örnek alırlar diye umuyoruz.
Geleneksel yaşam tarzıyla, yarattığı mimariyle, korkusuzca bu dağların bakir coğrafyasında teknolojinin bütün imkanlarından mahrum bir şekilde yaşamaya devam eden ve DOĞAYA ZARAR VERMEDEN YAŞAYAN Yusuf BİLİR gibi doğa adamlarının korunması ve özel bir ödül verilmesi gerekir.
Ama en önemlisi de uğruna orada yaşadığı, güzel anılarının olduğu bu dağların korunması gerekir ki, yarının Yusuf’ları da bu kültürü sürdürebilsinler…