Neolitik Dönem’den Osmanlı Dönemi’ne kadar yaşam izlerinin bulunduğu Ege’nin en bakir coğrafyası olan Beşparmak Dağları(Latmos), geçen bu süreç içinde insanların saklandığı, barındığı ve yerleştiği bir alan olmuştur.
Binlerce yıl bu dağlarda yaşayan insanlar, bu coğrafyada barınmışlar ve bu dağın arazilerini kullanmışlardır. Tarih öncesinden Antik Döneme, Bizans ve Osmanlı Dönemlerine kadar devam eden yerleşimlerdeki mimari yapılara bakıldığında, Latmos’un doğal yapısıyla uyumlu bir şekilde yapıldığı görülmektedir.
Yapılar inşa edilirken, doğa tahrip edilmeden çevreye uyumlu bir şekilde devasa boyutlardaki kayalıklardan faydalanıldığı ve doğal kayaların mimari yapılara eklendiği görülmektedir.
Beşparmak Dağları’ndaki bu mimari bakış sadece kaya evlerinde ve savunma yapılarında değil aynı zamanda mezarlarında da gözlenmektedir.
Latmos, engebeli kayalıkları ve irilai ufaklı binlerce mağarasıyla yakın dönemde birçok eşkıya ve namlı efeyi savunma ve saklanma amacıyla barındıran bir yer haline gelmiştir. Bu insanların dağdaki mağaraları basit duvar usulleriyle yine çevreye uyumlu bir şekilde inşa ettikleri görülmektedir.
Antik Dönem’de başlayan çevreci mimari anlayış, Yörüklerin yerleşik düzene geçişiyle birlikte örnek alınarak yeni yapılar ortaya çıkmış.
Latmos’un vahşi doğasına uyumlu bir şekilde yapılan taş evlere bakıldığında, hepsinin antik dönemde yapılan sanat eserlerine benzediği görülmektedir.
Latmos’un gnays kayalarından inşa edilen evlerin büyük ölçüde birbirine benzedikleri ve görsel olarak estetik bir mimari sergiledikleri görülmektedir.
Bölgenin doğal taşlarından milimetrik hesaplarla yapılan ve yapıların birçok yerinde doğa bozulmadan ana kayalar üzerine kurulan Antik Dönem’in Alinda’sının, Beşparmak Dağları’ndaki köylere yapılan taş evlere örnek teşkil ettiği sanılmaktadır.
Dağı çevreleyen köylerdeki evlerin mimari yapıları, evleri yapan ustaların Antik Alinda kentinin yanı başındaki Tekeler Köyü’nden olması ve ustalara sorulduğunda atalarının bu kentteki mimariden etkilendiklerini ve kendilerinin de bu geleneği devam ettirdiklerini söylemesi bu tezi güçlendirmektedir.
Damları düz olan ve örülen taşları arasına çamur konularak yapılan bu tip evlerin çatılarına ahşap kalaslar yerleştirilip üzerine hayıt, tenhal veya mersinlerle beslenerek üzerine toprak döşenmiş olduğu görülmektedir. Evin damındaki toprak düzenli olarak loğ taşı denilen silindir bir taşla sıkıştırılmakta, kışa girmeden üzerleri tuz serpilerek toprağın çoraklaşması sağlanıp, hem otların çıkması engellenmekte hem de yağmur geçirgenliğini önlenmektedir.
Bu sistemin yazın serin, kışın sıcak tutması nedeniyle eski insanlar tarafından tercih ettiği bilinmektedir.
Ancak son yıllarda köylerdeki ekonomik koşulların zorlaşması, artan nüfusla birlikte kentlere olan göçler, bakım ve onarım masraflarının yüksek olması Latmos’taki köy evlerinin özgün mimari yapısını değiştirmeye başladığı görülmektedir.
Bazı evlerin kentlere yapılan göçlerle birlikte yavaş yavaş toprağın altında kaldığı görülmektedir.
Bazı evlerin yıkılarak kullanılmaz hale geldikleri görülmektedir.
Ailelerde nüfusun çoğalmasıyla birlikte yeni ev ihtiyacı doğduğundan, yeni yapılan evlerin ekonomik koşullar nedeniyle maliyeti daha ucuz ve usta işçilik gerektirmeyen bir şekilde yapıldıkları görülmektedir.
Böyle olunca da köylerde ortaya ne olduğu belirsiz mimari oluşumlar çıkmakta, o eski estetik mimari görünümlerin aksine görüntü kirliliği yaratan çarpık yapılaşmalarla şekillenmektedir.
Hatta birçok yerde çirkin görüntü veriyor düşüncesiyle taş evlerin duvarları sıvanarak modern hale getirildiği söylenmektedir.
Beşparmak Dağları’nın mimari kültüründeki taş evlerin birçoğu günümüze kadar gelebilmiş ancak bu kültürün giderek yok olduğu gözlenmektedir.
Beşparmak Dağları’nın karşısında Samsun Dağı eteklerindeki eski Rum köyünde ise, yıkık taş evlerin restoresi yapılarak, oturulacak hale getirilip geleceğe taşınmaktadır
Umarız Latmos köylerindeki taş evlerde kaybolmadan bu tür projelerle geleceğe taşınır.