Yeni sezonun ilk etkinliği için, Türkiye’nin en güzel milli parklarından biri olan Dilek Yarımadasına gittik.
Ege’nin batısında bir doğa harikası gibi duran Dilek Yarımadası - Büyük Menderes Deltası Milli Parkı hakkında, Olukludere Kanyonunda genel bir bilgilendirme yaptık.
Milli Parkın doğal ve kültürel değerlerini daha iyi tanıtmak amacıyla yaptığımız tanıtım yürüyüşüne üyelerimizle birlikte, birçoğu üyemiz olan Kuşadası KODER Yönetim Kurulu Üyeleri de katıldı.
Milli Parkın bakir koylarından Yunanistan’ın Samos Adası izlendi.
Milli Parkın çam ormanları içinden geçerek, makiye dönüşen en batı ucuna doğru yürüyüşe geçtik.
Dilek Yarımadasının en ucunda bayrağımızın dalgalandığı Dipburun Koyu’na geldik.
Dipburun Koyunun özelliklerini ve Antik Dönem’de ünlü Mykale savaşlarının bu bölgede yapıldığını anlattık. Dipburun’un yakın tarihte adının Kanapiçe Koyu olduğunu belirttik. Devlet kayıtlarında “Kanapiçe Koyu Olayı” olarak geçen, döneminin Kuşadası Kaymakamı Dilaver ARGUN’u ağlatan hikayesini kısa bir şekilde sunduk. Atatürk’ün “Kanuni vazifesini yaptığı anlaşılan Türk eri Balıkesir’li Musa, yerinden alınamaz ve cezalandırılamaz. Gerekirse er Musa için Britanya İmparatorluğu ile savaş göze alınır. Kızılcahamam’dan şimdi Ankara’ya hareket ediyorum. Ege Bölgesi’nde kısmi seferberlik emrini veriyorum” sözlerinin bu koyda yaşanan olay için söylendiğini anlattık.
Dipburun Koyu’nu arkamızda bırakarak diğer koya gitmek için yürüyüşe devam ettik.
Dilek Yarımadasındaki yaban hayatı konusunda bilgi verdik. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, ODTÜ işbirliğiyle yürütülen Alageyik projesinin devam ettiğini ve Antalya Düzlerçamı’ndan Dilek Yarımadasına getirilen geyiklerden son üreme döneminde 4 yavrunun olduğunu ve bilim insanları tarafından bu durumun önemli bir başarı olarak kabul edildiğini söyledik.
Dünya yatçılarının doğal liman olarak kullandıkları Büyük Nero Koyu’na geldik.
Akdenizin endemik türlerinden birisi olan Posidonia oceanica denilen deniz erişteleri için Büyük ve Küçük Nero koylarının çok önemli olduğunu belirttik.
Bu koylardaki eriştelerin sualtı canlılarına ev sahipliği yaptığını, oksijen sağladığını ve deniz ekosisteminin sağlıklı bir şekilde devam etmesine katkı yaptığını anlattık. Zengin Biyolojik çeşitlilik barındıran bu bölgede başta ahtapot, subye, kalamar gibi kafadan bacaklılar olmak üzere, levrek, papaz, ısparoz, sarpa, çipura, mırmır, karagöz, barbun, eşkina, kömürcü, sinagrit, gümüş, hani, kefal, melanur, mığrı vb. gibi balıklar, kırmızı denizyıldızı, pina, denizhıyarı, triton, salyangoz, karavida, böcek, ıstakoz, denizatı gibi sualtı canlılarının buradaki deniz çayırlarının içinde barındığı söyledik.
Milli Parkın uluslar arası sözleşmeler, kanun ve yönetmeliklerle korunmasına rağmen birçok tehditle de karşılaştığından bahsettik. Başta yangın olmak üzere birçok tehdidin olduğu milli parkta, kıyılarda oluşan çevre kirliliği hakkında da bilgi verdik. Kıyılara gelen atıkların, Samos Adası’ndan ve gırgır tekneleri ve diğer teknelerden atıldığını, Büyük Menderes Deltası’na doğru devam eden akıntılarla geldiğini söyledik. Akıntıların deltaya doğru olmasının çok önemli olduğunu, deltanın önünde kurulması düşünülen balık çiftliklerinin tüm pisliklerinin bu akıntıyla birlikte Türkiye’nin en önemli sulak alanlarından olan Büyük Menderes Deltası’nıdaki ekolojik dengeye zarar vereceğini söyledik.
Bu alanın balık çiftlikleri için uygun olmadığını, hem çevresel etki yapacağını hem de buradaki yaban hayatına ağır darbe vuracağını belirttik. IUCN(Dünya Doğa Koruma Birliği) tarafından koruma altına alınan 12 canlıdan biri olan ve Barselona, Bern ve Cites sözleşmeleri kapsamında korunması gerekli türler listesinde yer alan Akdeniz Foklarının (Monachus monachus) , Dilek Yarımadasının bu bölümündeki kıyı mağaralarında ve delta kumullarında yaşadığını söyledik.
Milli parkın içinde MÖ 9yy 12 İon kentlerinin kutsal toplanma merkezi Panionion, Thebai antik kenti, Hagios Antonios ve Aya Yorgi gibi manastırların olduğundan bahsettik. Aya Yorgi Manastırı’nda incelemelerde bulunduk.
Yaban atlarının yoğun olduğu meşe ağaçlarıyla yoğun olan Bademlik’e doğru yürüyüşe devam ettik.
Arkamızda duran Büyük Nero Koyu’ndaki Alçak Su Adası ve Tavşan Adası’nın muhteşem manzarasını izleyerek yürüdük.
Bademlik bölgesindeki Yörük mezarlarını ziyaret ettik. 1850’li yıllardan, Dilek Yarımadasının Milli Park olduğu 1966 yılına kadar bu bölgedeki Bademlik, Nero, İncirli, Dipburun ve Papaz’ın yeri mevkilerinde Yörüklerin 40-50 hanelik çadırlar kurduğunu, ineklerini, keçilerini, koyunlarını, develerini buralarda yaydıklarını söyledik. 1966 yılında Dilek yarımadasının milli park ilan edilmesinden sonra, Yörüklerin Tuzburgazı, Atburgazı, Akyeniköy ve Güllübahçe’ye göçtüklerini ve atlarından ve sığırlarından bazılarını burada bıraktıklarını, yaban atı ve yaban sığırı dediğimiz hayvanların o dönemden kalarak vahşileştiğini söyledik.
Bir doğa harikası olan anıt meşe ağacını inceledik.
Ağacı 2005 yılında tespit ettiğimizi, büyüklüğünün yanı sıra bir dalının ilginç bir şekilde çarmıha gerilmiş bir insan figürüne benzediğini ve yapılan müracaatla anıt ağaç kapsamına alındığını söyledik.
Anıt ağacın insana benzeyen dalının doğa olayı sonucu kırıldığını gördük. Birçok kişi eliyle bu muhteşem ağaca dokunarak ve fotoğraflayarak hayranlıkla izledi.
Yürüyüşümüzün sonunda Dilek Yarımadasının en güzel koyu olan Karasu’ya geldik.
Yazdan kalma günü görünce birçok kişi kendini milli parkın akvaryum gibi pırıl pırıl sularına bıraktı. Kimisi de son güneşlenmelerini yaptı.
Herkes yanında getirdiği yiyeceklerle piknik yaptı. Milli Parkın maskotu haline gelen yaban domuzları tetikte beklemesine rağmen bizden yüz bulamadılar. “Kendi yiyeceğini kendin bulmalısın, yoksa kış aylarında zorlanırsın” diyerek yiyecek vermedik.
Milli Parkın hem ülkemiz hem Kuşadası için çok önemli olduğunu, korunması ve tanıtılması gerektiğini, yılın 12 ayında ekoturizm kapsamında bir çok etkinliklerin yapılabileceğini, özellikle bu konuda turizm acentelerine ve otelcilere de büyük iş düştüğünü söyleyerek, bu doğa harikasından ayrılarak Kuşadası’na geri döndük.
“Burası iyi ki milli park olmuş, böyle kalmış” dedik…