Doğasıyla, tarihiyle, yaban hayatıyla, mitolojik hikayeleriyle, kültürüyle ve esrarengiz dev kaya kütleleriyle çok zengin bir yere sahip olan Beşparmak
Dağları’nın kuzey yamaçlarına gittik bu hafta.
Beşparmak Dağları’nın zirvesinden akıp gelen ve Karacahayıt Köyü ovasına hayat veren Kargın Çayı’nı takiben, muhteşem bir coğrafyada ve bahardan
kalma harika bir havada başladı yürüyüşümüz.
Devasa boyuttaki kaya bloklarından değişik figürler çıkardı herkes. Manzara izleme teraslarından harika coğrafyaya baktığımızda, Hollywood’lu yapımcıların film platolarını yapmak için boşuna milyarlarca masraf yaptıklarını düşündük. Doğanın şartlarına göre her türlü engelleri bir bir aştık. Geçtiğimiz hafta dağın doğu tarafı fıstık çamlarıyla doluydu, batı tarafının zeytinliklerle dolu olduğunu gördük. “Dağ-taş zeytin dolu” sözü tam buraya göreydi. Beşparmak Dağları’na özgün birçok bitki türünü inceleme fırsatımız oldu ve yaban armutu gibi bazı meyvelerden de tattık. Beşparmak Dağları’ndan gelen yağmur sularının, Kargın Çayı’nı harekete geçirmiş olduğunu gördük. Paçalarımızı sıvamadan geçeceğimiz bir geçit bularak karşıya geçtik. Kargın Çayı’nın geçmiş olduğu topraklarda, bir çok uygarlıkların izlerini gördük. Daha önce Beşparmaklarda yapmış olduğumuz araştırmalarda, Bizan Dönemine ait işaret gruplarının burada da olduğunu tespit ettik. Bizans Dönemi’nden kalan tarihi bulguların hepsinin, Kargın Çayı’na yakın yapılmasının en büyük nedeninin su olduğunu anladık. Antik Dönem insanlarının yapılarını inşa ederken, doğal kayalardan yararlandıklarını gördük. Arap istilasından kaçarak bölgeye yerleşen Hristiyanların işaretlerini inceleyerek, ne anlama geldiğini tahmin etmeye çalıştık. Onursal üyemiz Peschlow’un daha önce yapmış olduğu araştırmalarda; kayalardaki işaret gruplarının dinsel amaçlı olarak çizildiğini, bölgedeki bir çok yapının kutsal alan olduğunu, buradaki işaret grupları ve yakınındaki kaya çukurunun dağın zirvesine bakmasının bu tezi güçlendirdiğini söyledik. Bir mağara içindeki duvara yapılmış fresklerin tamamen kazındığını gördük. Gözünü para hırsı bürümüş, altın bulurum umuduyla yüzlerce yıllık bu tarihi eserleri talan eden kültür düşmanlarının tahribatlarını, gittiğimiz her ören yerinde görmekteyiz. Bu yüzden bu tarihi bulguların olduğu yerlere yakın yerleşimlerdeki yöre insanlarına, bilinçlendirme çalışmalarını sürdürmekteyiz. Dev kayaların altında yer alan gizemli mağaralarda kimlerin yaşadığını düşündük, bölge kayalıklarında yoğun olarak görülen çömlekçi kuşlarının sanat eseri yuvalarını inceledik. Tahkimatlı bir manastır olduğunu düşündüğümüz yapıların altındaki bir inin adının, yöre insalarınca neden “sırtlandeliği” dendiğini araştırdık. İnin içindeki kemik kalıntılarından, sırtlanların burayı yuva olarak kullandıklarını tespit ettik. Ancak o kadar bakir bir yer olmasına rağmen, sırtlanların bu bölgede de yok olduğunu gördük. İnsanın ayak izinin girdiği her alanda doğal dengenin bozulduğunu, biyolojikçeşitliliğin azaldığını anladık. Yüksek blok kayalıkların tepesinde duran bazı yapı kalıntılarını, Antik dönem insanlarına ait yerleşim yeri olduğunu sanan katılımcılara; bunların bir zamanlar ayı yoğunluğunun çok olduğu dönemlerde, yöre insanının ballarını ayılardan korumak için yaptıkları “Kovanlık” denilen arı evleri olduğunu söyledik. Doğanın vahşi görüntüsü karşısında hayranlıklarını gizlemeyenler “burası başka bir gezegen mi?” diye sordular. Dar bir vadideki kaya oyuğu, Beşparmak Dağları’ndan hızla gelen suların debisini düşürerek, arkada doğal bir gölet meydana getirdiğini gördük. Eğer buradaki kaya oyuğu olmasaymış, azgın sular Karacahayıt Köyü’nü sular altında bırakacakmış. EKODOSD’un yapmış olduğu araştırmalarda, gerek tarihsel gerekse doğal birçok değer gün ışığına çıkarılmaktadır. Karacahayıt Köyü’nün belki de antik dönemden beri kullanılmış olan su değirmeni de bu değerlerden bir tanesidir. Teknolojinin ve yolların olmadığı yıllarda, bölgede yaşayan doğa insanlarının yöresel enerji kaynaklarından nasıl yararlandıklarını burada görme fırsatı yakaladık. Bölgede sadece Karacahayıt Köyü’nde bulunan 2 adet su değirmeni, Osmanlı Dönemi’nde Gelebeç’li Rum Dimitri kardeşler tarafından çalıştırılmaktaydı. Yeşilköy, Avşar, Sarıkemer, Balat, Güllübahçe, Özbaşı ve Serçin gibi ova köylerinden yorgun argın deve ve eşek sırtında getirilen buğday, akdarı ve mısırlar, buradaki değirmenlerde öğütülmekteydi. Kilometrelerce uzaktan deve ya da eşek sırtında getirilen ürünlerin öğütülmesi çok zaman aldığından, dönemin çileli insanları bu dağlarda yatıp-kalkmış ve başlarından geçen hikayelerin tek sessiz tanığı olan değirmense günümüze kadar ulaşabilmiştir. Gelebeç’li Rum Dimitri kardeşlere ait olan değirmenlerden aşağıda olanı, 50 yıl öncesine kadar çalışmaktaymış. Günümüzde bu değirmenden sadece temelleri tutan bir taş yığını kalmış. Daha 10 yıl öncesine kadar çalışmasına devam eden yukarı değirmen harap halde olmasına rağmen, tüm düzenekleri sağlam olduğu için bir restorasyonla ayağa kalkabilecek düzeyde görülmektedir. Kargın Çayı’nın vahşi bir şekilde aktığı yalçın kayalıkların yanıbaşında kurulan değirmenleri çalıştıran Dimitri kardeşlerden küçüğü, değirmenine akdarı getiren ve kocası askerde olan köylü bir kadına sarkıntılık yapar. Kadın Kayınbabasına durumu aktarır. Kadının kayınbabası köyden 1 kişi, Azap köyü’nden de silahlı 2 kişi alarak değirmenlere doğru yola çıkarlar. Hava kararmak üzeredir. Aşağıdan silahlı gelenleri görünce küçük Dimitri durumu anlar ve hemen büyük Dimitri’nin yanına gider. Hiçbir şey anlatmadan “abi çalışmada bir aksaklık var sanki sen yukarı değirmene bak, ben de aşağı değirmene bakayım” der. Baskına gidenler gece olunca yukarı değirmene gelen su yolunu kapatıp, suyun değirmene gitmesini önlerler. Kardeşinin değirmenini çalıştıran Büyük Dimitri ne olduğunu anlaması için, birlikte çalıştığı oğlu Muçu’yu, su yoluna bakması için yukarı gönderir. Baskına gelenler Muçu’yu esir alır ve bağırmamasını söylerler. Oğlunun geç kaldığını gören Büyük Dimitri, suyoluna doğru gider. Baskına gelenler Dimitri’ye silahı doğrulturlar. Dimitri şaşkın gözlerle korkarak silahlı adamlara bakar. Ne olduğunu anlayamaz. Ama tek bir şeyi anlar, vurulacağını. “Yapmayın, vurmayın beni” der. Baskına gelenler, gelini sarkıntılık edenin yukarıda değirmende çalışan olduğunu bildiklerinden, onu vururlar.Döneminde dağ kanunlarının geçtiği bölgede, namus davasının sonu ölüm olarak bilinir. Alt değirmende çalışan ve asıl suçlu olan Küçük Dimitri ise, silah sesini duyunca değirmeni terkederek kaçar. O tarihten sonra değirmenin işletmesi, bölgede yaşayan Türklerin eline geçer. Döneminde yöre insanının aslında çok sevdiği, kendilerine yardımcı olan ve herkesin iyi insan dediği Büyük Dimitri’nin, yanlış anlama sonucunda ölümle biten hazin hikayesini, bölge halkı bugün bile üzülmektedir. EKODOSD, SDÜ ve Karacahayıt Muhtarlığı işbirliğinde, değirmenin tekrar çalışmaya başlamaya başlaması için bir proje hazırlığı yapılmaktadır. Değirmenin restorasyonunu üstlenecek bir sponsor ya da fon bulunduğu takdirde, Karacahayıt Köyü çok önemli bir tarihi günümüzde de yaşatacaktır. Beşparmak Dağları’nın, Söke Ovası’na doğru uzanan kuzey eteklerinde Kargın Çayı’nın kenarında kurulu şirin bir yerleşim olan Karacahayıt Köyü’ne geldik. Erkeklerin uzaklaştığı, kadınların kucakladığı 'kadın otu’ olarak tanımlanan hayıtların bol olmasından dolayı adı Karacahayıt olan şirin köyün genç muhtarı Ahmet ATEŞ karşıladı bizleri. Söke köylerinin en genç muhtarı olan Ahmet ATEŞ, “köyümü sadece ülkemizde değil, tüm dünyada tanıtmak istiyorum. SDÜ Rektörü Prof. Dr. Metin Lütfi BAYDAR köyümüzden eski bir taş ev aldı. Metin hocanın köyümüze çok faydası olacağına inanıyorum. EKODOSD bölgemizdeki otantik köylerde çalışmalar yapıyor. Onları da davet ettik. Üniversite ve EKODOSD’la işbirliği yapmak istiyoruz. Köyümüz Kargı Çayı’nın bereketiyle, çok verimli arazilere sahip. Bilinçli tarım yapmaya çalışıyoruz. Geleneksel köy yaşantımızdan taviz vermiyoruz. Hayvanlarımız yerli, tohumlarımız yerli. Herşeyimiz doğal olarak yetişmektedir. Her türlü yeniliğe de açığız. Köyümüze yerli-yabancı herkesi davet ediyoruz. Onları ağırlamaktan mutluluk duyacağız.” Dedi. Akdeniz efsanelerinde adı Ölmez Ağaç ya da Hayat Ağacı olarak geçen zeytinin yoğun olduğu Karacahayıt Köyü’nde, 20 yıl öncesine kadar ayakyağı çıkarılmakta olduğu söylendi. Günümüzde teknolojiye yenik düşen ayakyağıyla zeytin sıkma, köy meydanındaki eski düzeneklerde yöre insanları tarafından bizler için canlandırıldı. Karacahayıt Köyü sakinlerinden Turan ATEŞ “ Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu hesabı, fabrikalar açılınca zeytinlerimiz artık teknolojinin getirdiği yeniliklerle sıkılıyor. Binlerce yıldır bu dağların zeytinini burada yaşayan insanlar ilkel usullerle sıkmışlar. Daha 20 yıl öncesine kadar biz bu taş değirmenlerde ezdiğimiz zeytin, köyümüzün kadınları tarafından ayakla sıkılmaktaydı. Artık fabrikalara götürüyoruz. Köyümüzün genç muhtarı ve Kuşadası EKODOSD derneği ayakyağı zeytinini tekrar faaliyete geçirmek için bize yeni bir heyecan kattı. Ayakla sıkılan zeytinin yağını, günümüzde de üretip, Karacahayıt ayak yağı olarak imal etmek istiyoruz. Zeytinin taş değirmende ezilmesini bir eşek, 150 yıllık ahşap bir şırna içinde sıkılmasını ise, yıllarca bu şırnalarda zeytin sıkan yöre kadınlarından birisi yaptı. Eski yağ düzeneklerinin bulunduğu Karacahayıt Köyü’nde yapacağımız projelerle, ayakyağıyla zeytin sıkma ve bölgedeki yaşlı zeytin ağaçlarının yaşlarına göre yağlarının sıkılmasını hayata geçirmeye çalışacağız. Ayak yağı, un değirmeni, bölgedeki doğal ve kültürel değerler birleştirilerek, ekoturizmin bölgede geliştirilmesini ve bunun sonucunda da bölgedeki değerlerin korunmasına ve yöre insanının geleneksel köy yaşamlarının devam ettirilmesini amaçlıyoruz. Portakal Portekiz civarında çok üretildiğinden, dilimize “Portekiz’den gelen” anlamında “Portakal” olarak girmiştir. Karacahayıt Köyü’nde, Kargın Çayı’nın suladığı verimli arazilerde narenciye ürünleri yetişmektedir. Burada bulunan narenciyelerin içinde, 15 mt uzunluğunda bir portakal ağacı hemen dikkati çekmektedir. 1954 yılından bu güne meyve veren ağaç, boyutlarıyla olduğu kadar, her yıl bir bölümünün 600 kg. Portakal vermesiyle de ünlü bir ağaç. Karacahayıt’lı Hasan Basri ÖZKAN, yaş, boy ve verdiği ürün açısından narenciye sektöründe rekor kıran portakal ağacının portakallarından herkese ikram etti. Üyelerimizin hepsi bugüne kadar böylesine büyük bir portakal ağacını ilk kez gördüklerini ifade ettiler. Ekoturizmin bir parçası olan gastronomi için, Karacahayıt Köyü Muhtarı Ahmet ATEŞ’in evine konuk olduk bu hafta. Karacahayıt’lı köylü kadınlar yöre yemeklerinden bir menü sundular bize. Menüde bölgeye özgü kazanda odun ateşinde pişen bulgur ve undan yapılan Topalan çorbası, ekşili kuru börülce piyazı, lahana yaprağı kavurması, otlu-peynirli katmer, doğada yetişen kuzu kulağı, tavşan topu, dağ marulu gibi yöre otları, Karacahayıt ayranı, bazlama ve tatlı olarak zerde vardı. Köylü kadınlar tarafından ikram edilen yemekleri, EKODOSD üyeleri zevkle yedi. Karacahayıt Köylülerinin kendi ürettikleri kuru börülce, kırmızı toz biber, zeytin yağı, yumurta, kese yoğurdu, limon ve ham zeytinler, Karacahayıt Köyü’nün küçük çocukları tarafından üyelerimize satıldı. Karacahayıt köy kahvesinde muhtar Ahmet ATEŞ’in ikram ettiği çaylar içildi ve köy halkıyla sohbet yapıldı. Bu bakir coğrafyadaki arazilerin verimli olması, anıtsal nitelikte bir çok ağacın bulunması, ağaçların, meyvelerin, sebzelerin bolluğunun nedeninin, Beşparmak Dağları’nın kuzeyinden zengin alivyonlu toprakları suyuyla getiren Kargın Çayı olduğunu gördük. Bu tür etkinlikleri bölgedeki doğal değerlerin bulunduğu alanlarda gerçekleştirmekte, doğal ve kültürel değerlerin korunması için yöre insanlarını bilinçlendirmekte, doğal ve kültürel zenginliklerin tanıtılmasına gayret etmekteyiz. Bölgede yapılacak ekoturizm faaliyetlerinin yöre insanının ekonomisine de olumlu katkı yapacağına inanıyoruz. Bu faaliyetlerden kazanç elde eden bölge halkının da, değerlerine sahip çıkarak, koruma-kullanma dengesini gözetmelerini, doğal ve kültürel zenginliklerine sahip çıkmalarını ve geleneksel köy yaşamlarını kaybetmemelerini amaçlıyoruz. EKOSİSTEMİ KORUMA VE DOĞA SEVENLER DERNEĞİ