Rumların kurduğu bir köy olması nedeniyle adı “Gavur Köy” olarak anılan ve Rumların Türkler tarafından kovulmasından sonra adı “İslamevi” olarak değiştirilen, tek caminin bu köyde olması nedeniyle çevre yerleşimlerden Cuma namazı için bu köye gelindiğinden adı “Cumalar” olarak değiştirilen bir dağ köyüne gittik.
Öncelikle Cumalar Köyü’nün ilginç mimarili harika taş evlerini inceledik.
Köyü gezdikçe harika mimarinin inanılmaz bir şekilde bozulduğunu gördük.
Beşparmak Dağları’na has bu özgün taş evlerin beton, biriket ve tuğlalarla devşirme yapılarak ne hale getirildiği, Mimarlık ve Mühendislik fakültelerine araştırma konusu olması gerektiğini düşünüyoruz. Birer tarihi eser gibi yüzyıllara dayanarak günümüze kadar ulaşan bu özgün mimarili taş evler, sadece Cumalar Köyü’nde değil hemen hemen her köyde aynı kaderi paylaştığını görmekteyiz.
Taş evlerin mimari formlarındaki benzerliklerin, Karya kenti olan Alinda’da ki yapılara benzemesini, kentin yanı başındaki Tekeler Köyü’nde yaşayan ünlü taş ustalarından 82 yaşındaki Osman TOKER’e sorduğumuzda “Biz eski ustalarımızdan öğrendik. Onlarda Kocakapı’dan(Alinda) almış. Silah çıktı mertlik bozuldu. Bu taşların yerini beton aldı artık. Hem ucuz, hem kolay, hem de çabuk yapılıyor. Biz çok zahmetler çektik. Koca Beşparmak’ta dünyanın evini yaptım zamanında. Yaptığım evlerin birçoğu oturuluyorsa, sağlamdır. Oturulmayan evler bakımsızlıktan göçüyor.
Her evin ustasının imzası bacaların üzerindedir. Bacaların şekli ustanın kimliğini gösterir. Eskiden beri öyle gelirmiş.
Zeytinden ayak yağı yapmak için, yuvarlak değirmen taşlarını da bizlere yaptırırlardı. Bu taşlar hemen her zeytin köyünün evlerinin önünde vardı. Eskiden yol yok, araba yok, o yüzden biz onların ayaklarına giderdik değirmen taşı yapmak için. Sert taştan olur bu taşlar, işçiliği de ağırdır. Köye en yakın yerden bulunacak ki, orda yuvarlak yapılarak sonra kalaslar üzerinde köye kadar taşınsın. Şimdi bu işlere gerek kalmadı. Yol da var, araba da, fabrika da. Zaten bu taşları da evleri de yapacak usta kalmadı. Kalanlar yaşlı, gençler de betondan, tuğladan yapıyor.”
Osman TOKER’in dediği gibi, oturulmayan evler dökülüyor. Yerini betona bırakıyor. Ayak yağı tarihe geçmiş artık. Değirmenin yuvarlak taşları, duvardaki taşların arasındaki yerini almış, en azından korunuyor.
Cumalar Köyü’nü arkamızda bırakarak, anıtsal nitelikteki birçok zeytin ağacının arasından yolumuza devam ettik.
İnsanın kendini farklı bir gezegende hissedeceği devasa boyutlardaki gnays kayaların altından geçtik.
Antik dönemlerde olduğu gibi, yöre insanlarının bu kayaların oyuklarında hayvanlarının yiyeceklerini, ya da yavrularını kapatacakları alan oluşturduklarını gördük.
Yurdun birçok yerinde karakış hüküm sürerken, biz harika bir havada yeşil çimlerin üzerinde yürüdük.
Yanımızda getirdiğimiz kumanyaları Karpuzlu ilçesinin kuşbakışı manzarasını izleyerek yedik.
Karşımıza çıkan mezarları gördüğümüzde Antik Alinda kentine yaklaştığımızı anladık.
İlk Çağ tarihçilerinden Arrianus’un “Karya’nın en muhteşem şehri” dediği Alinda’ya geldik.
Yöre halkının “Kocakapı” dediği Alinda’nın su kemerlerini hayranlıkla inceledik.
Alinda’nın; Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde etlendirilmiş heykeli sergilenen Karya Kraliçesi Ada’nın buraya sürgün edilmesiyle önem kazandığını ve bu kenti başkent yaptığını öğrendik.
Usta bir siyasetçi olan Kraliçe Ada’nın, Büyük İskender’in kenti almakta zorlanınca kapıları ona açtığını, bunun altında kalmayan Büyük İskender’in Halikarnassos’u zaptedince, Ada’yı tekrar Karya tahtına geçirdiğini öğrendik.
Avusturya Bilimler Akademisinden Arkeolog Dr. Peter Ruggendorfer'ın başkanlığında ve Kültür veTurizm Bakanlığı gözetiminde çalışmaların sürdürüldüğünü öğrendiğimiz Alinda’nın tiyatrosunda incelemeler yaptık.
Düzgün kesilmiş taşlardan yapılmış mükemmel yapılara hayran kaldık.
Harç kullanmadan milimetrik hesaplamalarla gerçekleşen ve yüzlerce yıldan sonra günümüze kadar ulaşan bu tarihi yapıların mimarlarını övgüyle andık.
Karpuzlu’yla iç içe olan bu antik kentin tamamen ortaya çıkarılması halinde, ilçenin kaderinin olumlu yönde değişeceğini düşündük.
Alinda kentinde zeytin toplayan kadınların hayret dolu bakışları arasında aşağıya inerken “bunların işi mi yok, dağda bayırda dolaşıyorlar” sözlerine gülümseyerek “kolay gelsin” deyip muhabbet ettik.
Birçoğunun düşerek bel ya da ayak travması geçirdiği zeytin emekçilerinin, hiçbir emniyet tedbiri almadan, lastik ayakkabılarıyla dalların üzerinde bir cambaz çevikliğiyle yüksek dallardaki zeytinleri çırpmaya çalıştıklarını, dökülen zeytinleri kadınlarının toplayarak, yüzlerce metreden eşeklerle yola indirdiklerini gözlemledik
.
Antik Dönem’den buyana devam eden zeytin işçiliğini, 7’den 70’ine kadar bütün yöre insanının hep birlikte devam ettirdiğini yerinde gördük. Özellikle gezdiğimiz Aydın ve Muğla dağlarında yüzlerce metrelerden sağlıklarını tehlikeye atarak, bu kutsal ağacın meyvelerini toplayıp sofralarımızdaki yerini ve yemeklerimizdeki yağını sağladıkları için teşekkür ettik. Yaptığımız her zeytinyağlı yemekte, kahvaltımızda yediğimiz her zeytini ağzımıza attığımızda, bizleri bunları sağlayan bu zeytin emekçilerini hep hatırlayacağımıza, bu vahşi coğrafyanın zeytinlerinin ne zahmetlerle toplandığını herkese anlatacağımıza söz verdik.