Dünyada ilk mekanik çamaşır yıkama makinesi 1850’li yıllarda icat edilmiş. Daha sonra bu makineler geliştirilerek, bugünkü çamaşır makineleri yerini almıştır. Teknolojinin gelişimiyle birlikte çamaşır makinelerin deki son gelişmeler, kadınların en büyük yardımcısı olmuştur. Kadınlar artık ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmadan, kirli çamaşırları makinenin içine atarak, deterjan ve yumuşatıcılarını koyarak, başka işlerini rahatlıkla yapmaktadır.
1960’lı ve 70’li yıllara kadar, özellikle köylerde yaşayan kadınların çamaşır yıkama aletleri ahşaptan yapılan bu teknelerdi. Artık bu sistem köylere elektriğin girmesiyle birlikte bitmiş ve bu ahşap tekneler, turistik mekanlarda dekorasyon malzemesi olarak kullanılmaya başlamış ya da köylüler tarafından yakacak olarak değerlendirilmiştir.
2012 yılına gireceğimiz bugünlerde, hala yüzyılların geleneğini Cumalar Köyü’ndeki 86 yaşındaki Fadime KARA sürdürmektedir.
“Anam 10 yaşında başlattı beni çamaşır yıkatmaya” dedi Fadime KARA. Nasıl yapılıyor bu iş dediğimizde “kara kazana su korsun. Daha önceden biriken meşe odununun küllerini suyla birlikte kaynatırsın. Sonra da külün dibe çökmesini beklersin. Kül dibe çöktüğünde su pırıl pırıl olur, kayganlaşır elinde. Kazandan kabakla aldığın sıcak suyla, küllü suyu karıştırıp çamaşırları yıkamaya başlarsın” dedi.
Küllü suyun buradaki fonksiyonu, günümüz makinelerine konulan yumuşatıcıların görevini görmesi.
Dizlerinde derman kalmasa da, beli iki büklüm de olsa bu iş yapılacak ve çamaşırlar yıkanacak.
“Zeytinyağlı sabun çok faydalıdır, biz yıkanırken hep bu sabundan kullanırız, çamaşırlarımızı da bu sabunla yıkarız. Her şey fennileşti artık, şimdi tozlar çıktı.” dedi Fadime KARA.
Zeytinyağlı sabunu bir balerinin estetik hareketleri gibi, kocasının kirlenen pantolonunun üzerinde gezdiriyordu.
86 yaşındaki bir kadından beklenmeyen hızda ve çeviklikle çitilenen çamaşırların köpüğü, bazen gözüne kaçıyordu. Bir yandan tek eliyle çitilemeye devam ederken, diğer eliyle de başındaki tülbendin ucuyla asitli zeytinyağlı sabun köpüğünün acıttığı gözünü ovuşturuyordu.
Bahçede de olsa yazın sıcağı, kışın soğuğu hiç önemli değildi, bu bir kadın işiydi onun için. Topukları parçalanmış çorabıyla teknenin başına çömeliveriyor, ağrıyan dizlerine ve beline aldırmadan, bir ritüel gibi ritimli hareketlerle kendinden geçercesine ardı ardına yapıyordu işini.
Yıkadığı çamaşırları sıkarken güç almak için dişlerini sıktığından, kalan birkaç dişi de yabana gitmesin diye, tülbendinin ucunu ağzına alıp öyle sıkıyordu.
Bazen belide, dizleri de kilitleniyordu, kalkamıyordu. Hemen hayat arkadaşı astım hastası Süleyman KARA’yı çağırıyor “biraz su döküver Sülüman” diyordu.
“aslında çok eski bir kötürge vardı. Onun üstüne oturur yıkardım. O çürüdü gitti. Tokacım vardı. Oda kırıldı. Köyde bu aletleri yapanda kalmadı artık. Herkes makineyle yapıyor. Yaşlandık gari, ayak tutmuyor, bel tutmuyor. Çamaşırı sıkacak gücümüz kalmadı. Ölümlü dünya, bir ayağımız çukurda. Sağ oldukça yapcaz bu işleri. Ne yapalım eski alışkanlık bu.” Dedi Fadime KARA.
Eski taş evinde karı koca yaşamını sürdüren Fadime KARA’ya “bak elektriğinde var, biri sana şöyle küçük bir çamaşır makinesi hediye getirse, hiç böyle yorulmasan, belini dizini ağrıtmasan, sadece bir düğmeye basıp çamaşırları yıkasan olur mu” denildiğinde, “olur” demedi. Gururuna yediremiyordu. Atalarının yüzyıllardır sürdürdüğü bu geleneğin, köydeki belki de son temsilcisiydi bu Yörük kadını. Ağır yaşam şartlarına rağmen inatla bu geleneği sürdürüyordu. Yoksulluğun payı da büyüktü tabi.
Şimdiki gençlerin pek bilmediği bu iş öyle görüldüğü gibi kolay da değil. Dağdan odun toplanacak, odunların külleri biriktirilecek. Kazanda su kaynatılacak. Sonra da çamaşırlar çitilenerek, tokacın altında dövülüp, sonra da durulanıp, ipe asılacak. Hele 86 yaşındaki bir kadın için…
Böyle kadınlar sadece 8 Mart’larda hatırlanmamalı…