Şiddet gören eşeklere sahip çıkan ve onların “Entelköy Efeköy’e Karşı” filmiyle artist olmasını sağlayan Kisir Köyü’ne gittik bu hafta.
Kisir Köyü’ne inmek için, Beşparmak Dağları’nın kuzey yamaçlarında kurulu Güzeltepe Köyü’nden yürüyüşe başladık.
Yüzlerce yıldır bölge insanına hizmet veren pınarın sularından içtik.
Çömlekçi kuşlarının yavrularını yılanlardan korumak için, kayaların erişilmesi zor kısımlarına mimar titizliğiyle yaptıkları estetik yuvalara hayran kaldık.
Doğal film platoları gibi duran harika kayalarla çevrili etkileyici bir alana geldik.
Yöre insanlarının kale dedikleri, kitaplarda adı geçmeyen ve pek fazla bilinmeyen bir açık hava müzesi gibi duran Karya Dönemi’ne ait mezarlar bölgesine geldik.
Bazısı tek, bazısı çift düzenlenen ve ana kayalara dikdörtgen şekilde oyulan ve üzerleri ilginç işlemeli onlarca insanın kaldıramayacağı ağırlıkta gnays kayalardan yapılmış kapakları olan mezarları inceledik.
Hemen hepsinin açılmış olduğu gözlenen bu etkileyici mezarların, 4-5 km.lik bir alana yayıldığını gördük.
Ana kayaya oyulmuş ilginç işaretlerin ne anlama geldiğini anlayamadık.
Zirvedeki ana kayaya merdiven şeklinde oyulan ve tüm Kisir Çayı Havzası’na hakim bir tepede bulunan yerin, gözetleme alanı olduğunu tahmin ettik.
Bu ilginç Karya yerleşimini arkamızda bırakarak yolumuza devam ettik.
Zeytinliklerin ve vahşi doğanın birleştiği alanda harika görüntülerle karşılaştık.
Yürüyüşümüzün bitiminde Kisir Köyü sınırları içinde bulunan ve Beşparmak Dağları’nın yüksek yaylalarından gelen Yörüklerin kurduğu Osmankuyusu’na geldik.
30 haneli 14 kişinin yaşadığı organik bir köy olan Osmankuyusu’nda, caminin, bakkalın, kahvenin, fırının hatta evler arasında sokakların bile olmadığını gördük. Harika mimarisi olan yapılarını inceledik.
Doğaya uyumlu ve özgün mimarisiyle tarihi yapıları andıran, muhtemelen Karya mimarisinden esinlenerek doğal taşlardan yaptıkları fırınları hayranlıkla inceledik.
Yerleşimin en yaşlısı 90 yaşındaki canlı tarih Ali YORDAN’ın eski hikayelerini dinledik.
Özellikle yerleşimde bulunan antik eser gibi duran eski zeytinyağı işliklerindeki hikayeler herkesin ilgisini çekti. Ali amca yıllarca zeytini dağlardan eşeklerle çekerek, kadınlarının ezerek çıkardıkları “Ayakyağı”nı, develerle Söke pazarına götürüp nasıl sattıklarını ve çok zahmetli olmasına rağmen o yağı bir türlü unutamadıklarını söyledi.
Yerleşimin hemen üzerindeki tepede bulunan ve yöre insanının kovanlık dediği arı evlerinin neden yapıldığını anlattık. İnsan ayı ilişkisinde, coğrafyanın artık tamamen insana kaldığını, bu muhteşem hayvanların bitmesi nedeniyle arı evlerine ihtiyaç bulunmadığını, zaten kara kovanların yerini de bugünkü modern kovanların kullanıldığını söyledik.
Etkinliğimiz bittiğinde Kisir Köyü Muhtarı Baki SUNA’nın odun ateşinde yaptığı sıcak çayları yudumladık.
Kisir’in köylü kadınları bizim için odun ateşinde kara kazanlarda tarhana çorbası, zeytinyağlı kuru fasulye, bulgur pilavı pişirdiklerini ve dağdan topladıkları turp otlarını kaynatarak ekşilediklerini gördük.
Bu lezzetli yemekleri doğal ortamda sınır duvarlarını masa yaparak afiyetle yedik.
Köylü kadınların odun ateşinde saç üzerinde yaptıkları sıcak bazlamalardan evlere götürmek için aldık. Küçükte olsa bu tür etkinliklerle yöre insanlarının ekonomilerine biraz katkı yapmaya çalışıyoruz.
Yapmış olduğumuz bu etkinliklerle kent insanlarına; doğayla iç içe yaşayan bölge insanının kültürünü ve onların yaşam alanlarındaki doğal ve kültürel değerleri en iyi şekilde tanıtmaya gayret gösteriyoruz. Onların bu zengin değerlerine sahip çıkmalarını, bizler de bu zenginlikleri görmek için her zaman geleceğimizi söylüyoruz.
Bu muhteşem doğayı istemeyerekte olsa arkamızda bırakarak, yine kentin hareketli ve kaoslu yaşamının içine girmek için Kuşadası’na geri döndük.