Milas Menteş Kanyonunda yürümek için, Tuzabat Köyü’nden yola çıktık.
Harika bir havada, çam ormanları arasında ciğerlerimize bol oksijen çekerek yürüdük.
Parkurun bazı bölümleri yer yer makilikti.
Her ne kadar doğal ilaç deseler de, dağ çileklerinden tadımlık olarak yedik, gerisini de kuşlara bıraktık.
Yaban mersinlerine herkes bayıldı.
Filmden sonra herkes eşeklere farklı bakmaya başladı. Yolda gördüğümüz eşeklerin rol kabiliyetini gördüğümüzde, bunlar doğuştan yetenekli dedik. Üzerindeki yükleri gördüğümüzde sahibine tembih edildi yükler istiap haddini aşmasın diye…
Sadece kuş seslerini duyduğumuz ormanın içinde birden silah sesleriyle yankılandı.
Yerde 2 domuzun yattığını gördük. Avcılarla yaptığımız sohbette, domuzların sürekli olarak çoğaldıklarını ve ürünlerine çok zarar verdiklerini anlattılar. Bölgede kurt, çakal, tilki var mı diye sorduğumuzda, onları da zehirlediklerini söylediler.
Biz de doğal dengeyi kendilerinin bozduklarını, bazı yırtıcı hayvan türlerini öldürdükleri için, onların yemiş oldukları türlerin sürekli çoğalacaklarını söyledik.
Beypınarı’ndan gelen suların Menteş kanyonuna hayat verdiğini, bölgedeki bitki örtüsünün ve yaban hayatının zenginleşmesine yol açtığını gördük.
Kanyondaki derin vadileri yüzlerce metre yukarıdan izledik.
Zeytin ağaçları arasından vadiye indik.
Dere yatağına yapılan 3 adet değirmenin, teknolojinin gelişimiyle önemini yitirdiğini, sadece yıkık duvarları ve çürümeye yüz tutmuş borularının kaldığını gördük.
Bu yıl yağmurlar geç başladığı için, su geçişlerinde pek fazla zorluk çekmedik.
Önünde doğal bir havuz oluşan Arapyutan’a geldik. Havanın sıcaklığı ve suyun güzelliği birçok kişiyi “keşke mayolarımızı getirseydik” dedirtti. Suya giremeseler de ayaklarını soktular.
Arapyutan’ın güzel manzarasında herkes yanında getirdiği kumanyaları yedi.
Bahardan kalma bir günde yemekten sonra herkes güneşlendi.
Suyun başında yüzlerce yıla tanıklık eden yaşlı çınarı hayranlıkla inceledik.
Kuşadası’ndan geldiğimizi duyan Milas’ın Konak Köylüleri, Kaymakkavağı’na gelerek kestane, incir, bal, pekmez, nar ekşisi gibi ürünlerini bize sattı.
Milas Müzesini ziyaret ederek, müzedeki eserleri inceledik.
Anadolu’da 100 yılın arkeolojik buluşu olarak adlandırılan, Karya Kralı Hekatomnos’a ait 2400 yıllık mezarı, kazı çalışmaları devam ettiği için göremedik. Daha sonra açık hava müzesi şeklinde düzenleneceğini söylediler.
1868 yılında Milas eşrafından Hacı Ali Ağa tarafından yaptırılan ve daha sonra Milas Belediyesi’nce aslına uygun olarak restore edilen Hacı Ali Ağa Konağı’nın, Milas’ın 19. yüzyıl Türk sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olduğunu öğrendik. Evin ikinci katının geleneksel Milas ev yaşamını ortaya koyan anlayışla düzenlendiğini gördük. İçindeki ahşap tavan süslemelerine hayranlıkla izledik.
Konağın birinci katının Türk karikatürünün büyük ustası Milas doğumlu Turhan SELÇUK anısına, “Turhan Selçuk Karikatürlü Evi” olarak hizmet verdiğini öğrendik.
Anadolu kültüründe bacaların, üstü kapalı ifadelerle çevreye mesaj verdiği bilinir. Birçok yerde genç kızların evlenip evlenmeyeceği bacadaki işaretlere göre değerlendirilir. Milas evlerinin bacalarının ise karakteristik bir özellik taşıdıklarını ve harika mimarisiyle anıtsal bir görünüm sergilediklerini gördük. Milas’tan ayrılarak, Bafa’da dönüş çaylarımızı içip, Kuşadası’na geri döndük.