Bu haftaki etkinliğimiz iyot kokusu altına geçti. Didim’in Azot Koyu’ndan, Tekağaç Burnu’na doğru yürüdük.
Ege Denizi’nin masmavi sularından gelen zengin mineralleri ciğerlerimize çektik.
Sıfır rakımda deniz kıyısında geniş bir alana yayılan ve yaban hayatının yoğun olduğu makilikler içinde yürüdük.
Makiliklerin içine gizlenen bitki türlerini keşfederek inceledik.
Makiliklerin içinde labirent gibi oluşan patikalarda oryantiring yaptık.
Didim’in en bakir yerlerinden biri olan alanda, sadece ardıç ağaçlarının olduğunu ve bir tanesinin büyük boyutlara ulaşarak kendini koruyabildiğini gördük. Akdeniz iklim kuşağının yangına en dirençli ağaç türü olan Ardıcın eskiden beri Türklerde kutsal sayıldığını, en önemli özelliğinin ise üremesinin başka bir türe bağlı olduğunu anlattık. Ardıcın tohumları yere döküldüğünde ardıç kuşları tarafından yendiğini, Ardıç kuşunun sindirim sisteminde bu tohumların kabuklarının açıldığını ve kuşun midesindeki enzimlerle birleşmesi sonucunda, dışkısının düştüğü yerde mucizevi bir şekilde ardıç ağacının çıktığını söyledik.
Parkurda yürürken, doğanın tüm haşmetli cömertliğiyle bizlere sunduğu ikramlardan tatma fırsatı yakaladık.
Kıyıda biriken yosunların, adını deniz tanrısı Poseidon’dan alan Posidonia oceanica olan deniz erişteleri olduğunu ve Akdeniz’e özgü bir bitki olduğunu anlattık. Eriştelerin kumu tutarak denizaltı erozyonunu önlediğini, sık yaprakları arasında birçok deniz canlısının saklandığını, beslendiğini ve ürediğini söyledik. Akdeniz dışında dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığını ve uluslararası antlaşmalarla korunduğunu anlattık. Denizdeki ekolojik yaşamın korunması için deniz eriştelerinin mutlaka korunması gerektiğini söyledik.
Fazla yorucu olmayan parkurdaki yürüyüş bu hafta çok rahat geçti.
Didim’in bakir olan bu kıyılarında yapılaşmanın olmaması ve insan hareketlerinin az olması, buradaki yaban hayatının da zengin olmasına yol açtığını gözlemledik.
Birçok araştırmacının yayınlarında bahsettiği deniz tanrısı Poseidon’un kutsal yeri olarak bilinen burun çıkıntılarından olan Tekağaç Burnu’ndaki Poseidon Sunağı’na geldik.
Miletos’un kurucusu NELEUS tarafından, M.Ö. 6. Yy da dikilmiş olduğu söylenen, bazı kaynaklara göre de daha eski olan dikdörtgen formlu kireçtaşı bloklarından oluşan sunakta incelemeler yaptık.
Bizans Dönemi’ne kadar sağlam olan sunağın 12. yy.daki büyük depremde yıkıldığı bilinmektedir. Bir zamanlar Anadolu’nun en büyük ve gelişmiş uygarlıklarına ev sahipliği yapan coğrafyada, gelen gemilere yol göstermiş, günümüzde de sunağın hemen yanında inşa edilen feneriyle, denizcilere yol göstermeye devam ettiği görülmektedir. Eski yıllarda burada bir sunak olduğunu belirten tabelanın yerinde olmadığını gördük. Buraya bilgilendirici bir tabelanın konulması, Antik Dönem’in önemli bir sunağının burada yer aldığının tanıtılması açısından yararlı olacağını düşünüyoruz.
Poseidon Sunağı’nı inceledikten sonra, Tekağaç Burnu’nun en güzel koyuna geldik.
Koydaki salaş restoranda önce sıcak çaylarımızı yudumladık. Sonra balıklar hazırlandı.
Ege’nin en lezzetli balıklarından antenli, mercan, çipura, levrek ve dil balıklarını, zeytinyağlı salatayla herkes doyasıya yedi.
Yemekten sonra, Antik dünyanın 3 büyük tapınağından biri olan Didim Apollon Tapınağı’na geldik.
Antik Dönem’de normal halktan, imparatorlara kadar birçok kişinin ücretini ödeyerek kehanet talebinde bulundukları tapınakta geçmişe bir yolculuk yaptık.
Tapınaktaki harikulade yapıları ve kartpostallarda yer alan Dünyaca ünlü mitoloji kahramanı Medusa’nın frizini inceledik.
Meandros Havzası’nda yaşayan insanlar için nehrin ne kadar önemli olduğunu, Apollon Tapınağı’na işlenen Meander desenlerinden anladık.
Didim Apollon Tapınağı’nın, Bafa Gölü’yle ilgili pek fazla tanıtılamayan yüzünü Onursal üyemiz Dr. Anneliese PESCLOW’un araştırmalarından anlattık. Bafa Gölü’nün güneydoğu kıyılarında zeytinliklerin içine yayılan, işlenişleri değişik aşamalarda kalmış birçok sütun kasnağı ve mimari yapı taşları bulunmaktadır. Bu yapı öğeleri altı yüzyıl süren inşaata rağmen tamamlanamayan ve Antik Dönem’in en büyük yapı harabelerinden biri olan Didim’deki Apollon Tapınağı için hazırlanmaktaydı.
Antik Dönem’de ünü İonia sınırlarını aşmış bir bilicilik merkezi olan Apollon Tapınağı, M.Ö. 5. Yüzyılın başlarında Persler tarafından tahrip edilmiştir. Tapınağın yeniden yapımına ancak aradan 150 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra başlanabildi. Yeni tapınak tip olarak önceki tapınağa benzemekle birlikte, büyüklüğü eski tapınağı hayli aşıyordu. Tapınak o zamanlar Miletos kentine aitti ve bu kent aynı zamanda yeni tapınağın yapım masraflarını da üstlenmişti. Miletos bu kadar büyük bir tapınağı yapacak mali kaynaklardan yoksun olduğundan bu büyük projenin gerçekleşmesi yapılacak bağışlara bağlıydı.
M.Ö. 3. yy başlarına tarihlenen bir yazıttan anlaşılacağı üzere, Büyük İskender’in halefleri, eşi ve oğlu tapınağın yapımına parayla büyük katkı yapmışlardır. Kira gelirleri tapınak yapımında harcanması koşuluyla, Miletos’ta büyük bir stoa yaptırmışlardır. Bunları Roma İmparatorlarının bağışları izlemiştir. M.S. 262 yılındaki Got istilası, Didim’deki tapınak yapımına yönelik çalışmaların ani olarak kesilmesine neden olmuş ve bunun ardından bu yönde yeni bir girişimde de bulunulmamıştır.
Tapınak duvarla, Got Duvarı diye adlandırılan duvarla çevrilmiş ve bu sırada tapınağın yapımında kullanılması öngörülen mimari parçalar da bu duvarda inşaat malzemesi olarak kullanılmış ve düşmanın geri çekilmesinden sonra tekrar saldırıya maruz kalma korkusuyla bu duvara dokunulmamıştır.
Tapınak birçok değişiklik geçirmesine rağmen, Miletos mermer ocakları ve sütun kasnakları o günkü şekliyle kendilerini koruduğu görülmektedir. Günümüzde Mersinet İskelesi olarak bilinen Antik Dönem’de Miletos’un liman kasabası sanılan İoniapolis Limanı’ndan yüklenen sütun parçaları, gemilerle o dönemde Ege Denizi’nin bir körfezi halinde olan ve günümüzde göl şekline dönüşen Bafa’dan, Didim’deki Panormos Limanı’na taşınmışlardır.
Tapınak inşası sırasında yapılan tüm harcamaların mermer ocaklarındaki çalışmalara ve tapınaktaki çalışmalara gittiği kadar, nakil işlemlerinin de pahalıya çıktığı yazıtlardan anlaşılmaktadır. Çünkü hazırlanan tonlarca ağırlığındaki bu yapı elamanları, o günkü teknik olanaklar göz önüne alındığında, ne kadar sorunlu ve zahmetli bir şekilde taşındıkları anlaşılmaktadır.
Hellenistik Dönem’de yapıda harcanması öngörülen yıllık tutarın 40.000 Drahmi olduğu ve bu da tapınağın ancak bir sütununun yapımına yettiği bilinmektedir. Bu dev tapınağın yapılması planlanan 122 sütununun ne kadar büyük bir tutar oluşturduğu, sadece bir sütunun maliyetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca yapının neden yüzyıllar boyu sürdüğünü de anlaşılır kılmaktadır. (A.Peschlow)
Bazı kaynaklara göre de “Apollon tapınağı tam olarak bitirilebilmiş olsaydı, dünyanın 7 harikasından biri olabilirdi” demektedir. Aslında Didim Apollon Tapınağı ve Bafa Gölü kıyısındaki Miletos mermer ocaklarının ilişkisinin bir panoda gösterilmesinin, hem bilgilendirme hem de tanıtım açısından son derece yararlı olacağını düşünmekteyiz.
Didim Apollon Tapınağı’nı ziyaretten sonra, Kamacı restoranda Didim Belediye Başkanı Mümin KAMACI’nın ikram ettiği sıcak çayları yudumladık. Didim’in sorunları, kentte yaşayan yabancılar ve turizmin geleceğiyle ilgili sohbet ettik. Çaylara teşekkür ederek, çalışmalarında başarılar diledik.