Her yıl sezon başı ve dönem sonu geleneksel olarak yaptığımız konaklamalı gezi için, dünya yatçılarının cenneti Selimiye Köyü’ne gittik.
İlk durağımız mitolojik efsanelere konu olan Orhaniye Köyü’nün dünyaca ünlü Kızkumu oldu. Buraya gelen konuklar gibi biz de denizin üzerinde yürüyerek fotoğraflar çektik.
Kızkumu’ndan sonra bölgenin en güzel doğal alanlarından biri olan Turgut Şelalesi’ne geldik. Şelalenin çevre düzeninin eski yıllara oranla değiştiğini gördük. 1. Doğal sit alanı olan Turgut Şelalesi’nde, Marmaris Köylere Hizmet Götürme Turizmi geliştirme ve çevreyi Koruma Birliği’nin yapmış olduğu projeyle, gelen konukların rahat edebileceği ve keyif alacağı düzenlemeleri inceledik.
Sığla ve devasa boyutlardaki çınar ağaçlarıyla dolu olan ve kaplan kelebekleriyle meşhur vadide incelemeler yaptık.
Devasa boyutlardaki çınar ağaçlarının arasından akan suların oluşturduğu göletlerde serinleme imkanı bulduk.
Çevre düzenlemesiyle daha da güzel olan bu doğa harikasında öğle yemeği yedik. Buradaki işletmelerin yöre insanlarına verilmesinin çok doğru bir davranış olduğunu, bu kişilerin buraları daha iyi koruyabileceğini düşündük. Ancak birçok yerde olduğu gibi, Ekoturizmin eğitim ve denetim ayağının burada da eksik olduğunu gördük. Alternatif bir yer olmadığından konukların önüne “ne korsan yer”, “kaç para dersen onu verir” anlayışıyla, sadece kazanca yönelik bir mantıkla işletildiğinden, birçok konuğun kafasında, bu doğa harikasının güzellikleri yerine yaşadığı olumsuzluklar kalıyor.
Dünyanın birçok ülkesinden gelen konukların ziyaret ettiği bu doğa harikası yerde, mutlaka gerekli denetimlerin yapılması, gerekli eğitimlerin verilmesi buranın güzelliğine gölge düşürmeyeceğine aksine katkı yapacağını düşünüyoruz.
Ekim ayının son güneşinden faydalanmak için geldiğimiz Selimiye’ye gelir gelmez kendimizi denize attık.
Eski yıllara oranla ufak tefek yapılaşmalar olsa da, Selimiye’nin güzelliğinden hiçbir şey kaybetmediğini gördük. Hala bakir, hala sessiz ve hala olağanüstü güzel…
Deniz kıyısında dolaşırken duvarın üzerinde bir atmacayı ve sağ gözünde bir sorun olduğunu fark ettik. Yanına yaklaşmamıza rağmen hiç kımıldamadığını görerek başını okşadık. Tedavi edelim diye düşünürken, bir yatın çapa atmasıyla ürken atmacanın denizin ortasına uçarak suya konduğunu gördük. Atmacanın yanına gitmek için çevrede küçük bir tekne aradık ama bulamadık.
Tam o sırada iskelenin yanından küçük bir botun geçtiğini fark ettik. Hep birlikte botun dikkatini çekerek, yanımıza gelmesini sağladık. Botu kullanan kişinin, “Bir yudum İnsan” programını yapan ve Hıncal Uluç ve Sunay Akın’la birlikte “Yaşamdan Dakikalar” programında yer alan yazar ve program yapımcısı olan Nebil ÖZGENTÜRK olduğunu gördük. Olayı anlattığımızda “ben kuşları ve hayvanları çok severim. Ne demek hemen atlayın gidip arayalım” deyince biz de bota atladık.
Yarım saate yakın koyun içinde aramamıza rağmen atmacayı bulamadık. Özgentürk “ Atmacayı bulamadığımız için üzüldüm ama onun sayesinde sizleri tanıdığım için çok sevindim. Bunu programımda anlatacağım” dedi.
Güneş tepenin arkasından Bozburun’a doğru batarken, kaldığımız otel MaviDeniz’in iskelesinde kurulan masalarımıza geçtik. Getirilen yemeklere, mezelere, güleryüzle yapılan servise ve muhteşem manzaraya yıldız verilmesi gerekirse, biz “5 yıldız” verdik. Bu koya gelen dünya yatçılarının buradaki işletmelere, maddi katkıların haricinde çok şeyler de kazandırdığını fark ettik.
Yıldızların pırıltısı, denizin sessizliği ve havanın yaz gibi olmasına dayanamayanlar, denizin çağrısına kulak verip gece kendilerini elbiseleriyle denize bıraktılar.
Ertesi gün güneş dağların arkasından yavaş yavaş yükselirken, biz Selimiye dağlarının patikalarında yürüyüp, tablo gibi duran muhteşem güzellikleri keşfetmeye çıktık.
Selimiye Köyü’nde en çok hoşumuza giden de, birçok köyün aksine turizm girmiş olmasına rağmen geleneksel yaşam tarzlarını kaybetmemiş olduklarıydı.
Buradaki yöre insanlarının para kazanmaktan çok insan kazanmayı istedikleri, misafirperverlikleri ve yaptıkları ikramlarla gösterdiler.
Yürüyüşümüzü bitirdikten sonra kahvaltımızı yaparak, öğleye kadar hem yüzdük hem de güneşlendik.
Selimiye Köyü ve güzelliklerini arkamızda bırakarak, yeşilliklerin içindeki başka bir güzele Marmaris’e girdik.
Kuşadası kadar olmasa da, gelen kruvaziyer gemilerin Marmaris ekonomisine önemli katkı yaptığını gördük.
Marmaris’te en çok dikkatimizi çeken sokakların temizliği, turizm kentine yakışır kaldırımların olması ve her an karşımıza çıkan kentle özdeşleşmiş temalı heykellerin bulunmasıydı.
Marmaris Kalesi’ni ve çevresindeki dar sokaklı evleri inceledik. Tertemiz taş sokaklarda, beyaz badanalı evlerin begonvillerle, sardunyalarla, zakkumlarla süslendiğini gördük. Marmaris’te bizden iyi puan aldı.
Kaptan Cousteau’nun “yeryüzünde cenneti görmek istiyorsanız, Gökova’yı görün” dediği körfezin en doğusunda bulunan dünya güzeli evlere sahip Akyaka’ya geldik.
Akyaka’da Kadın Azmak kenarında bulunan Nadir Usta’nın yerinde yemeklerimizi yedik. Ekim ayının yazdan kalan 2 gününü güzel bir şekilde geçirmenin keyfini yaşadık ve Kuşadası’na geri döndük.