Beşparmak Dağlarının vahşi coğrafyasında yaşayan doğa insanlarını tanımak, yaşamlarını, kültürlerini öğrenmek ve yöresel yemeklerini tatmak için Kayabükü Köyü’ne gittik.
Dağın güney yamacından, bölgenin en önemli geçim kaynaklarından biri olan zeytin ağaçları içinde başladı yürüyüşümüz.
Zirveye doğru yükseldikçe ağaç türünün değiştiğini fark ettik. Yöre insanının çok önem verdiği ve dağın her tarafını brokoli gibi saran fıstık çamlarıyla dolu olduğunu gördük. 15-20 metre uzunluğundaki fıstık çamlarının başına maymun çevikliğiyle tırmanıp, kendilerine büyük kazanç sağlayan çam kozalaklarını toplayan korkusuz insanlarla konuştuk. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan, ağaçlara çıkış emniyeti olmadan pazardan aldıkları basit naylon ayakkabılarla tırmanan, incecik dalların en ucundaki kozalakları toplamaya çalışan bu yürekli insanların başına üzücü kazalarında geldiğini öğrendik. “Ekmek çamın başında, dalın ucunda, yoksa aç kalırız” diyen kozalak toplayıcılarını alkış tuttuk.
Ege Bölgesi'nde özellikle öksürüğe karşı kullanılan, yanıklara, baş ağrılarına, kas ağrılarına ve uykusuzluğa iyi gelen, antiseptik ve anti bakteriyel özellikleri de olan, Romalıların banyo sularına çiçeklerini serptikleri karabaş otu da denilen, Kargan çiçeklerinin Şubat ayında çiçek açtıklarını gördük
Birçok ormanda gördüğümüz çam kese böceklerinin, Beşparmak Dağlarındaki kızılçamlara da sardığını tespit ettik.
Doğanın engebeli, sarp ve geçit vermeyen yerlerinden dikkatli bir şekilde indik.
Dağdaki eski Yörük evlerinde dinlenerek soluk aldık.
Bu bölgede kış kışlığını pek göstermediğinden, biz de erken gelen baharın güzellikleri içinde yürüdük.
Kış aylarında kentte geçirilen sıkıntılı, gürültülü, stresli günlerden sonra, yemyeşil doğayla buluşmanın, kuşların sesini dinlemenin, çiçeklerin canlılığını seyretmenin, gelenlerin yüzünü güldürdüğünü ve mutlu ettiğini gördük.
Beşparmak Dağlarının fizik kurallarını alt üst eden ilginç kayalarını inceledik.
Beygirlerin nal döktüğü zorlu bölgelerde biraz zorlandık ama biz ayakkabılarımızı bırakmadık.
Yöre taşlarından özgün mimariyle yapılan doğaya uyumlu eski Yörük evlerine misafir olduk.
Merak ettiğimiz geleneksel köy yaşamlarını, ürettikleri ürünleri, geçim şartlarını, sıkıntılarını, sevinçlerini sorduk. Onlar da anlattılar.
Eski yıllarda dağda bal üretimi yapan arıcıların ballarını Boz ayılara kaptırmamak için, kayalardan faydalanarak iri kayaların üzerine inşa etkileri kovanlık denilen arı evlerini inceledik.
Dağdaki tüm güzellikleri yok eden, işleri bittiğinde doğayı öylesine bırakıp giden eski maden ocaklarının izlerini, yine doğanın silmeye çalıştığını gördük.
Doğayı, amaçlarının sadece kazanmak, kazanırken tahrip etmek, tahrip ettikten sonra da bırakıp gitmek olan dışarıdan gelenlerin bozduğunu gördük. Orman köylülerinin ise doğayı bozmadan koruyarak kullandıklarını, geçimlerini sağlayacak kadar ürettiklerini, sularını en akılcı biçimde kullanmaya çalıştıklarını tespit ettik.
İklimsel ve arazi şartlarının tüm zorluklarına rağmen, ailelerinin tüm fertleriyle çoluk-çocuk büyük zahmetlerle zeytinlerini topladıklarını gördük. Her sabah soframızdan eksik etmediğimiz zeytinlerin hangi şartlarda toplandıklarını, çuvalların eşeklere yüklenerek dar patikalardan köye nasıl getirildiğini, oradan traktörlere yüklenerek zeytinyağ fabrikalarına nasıl ulaştıklarını, sonra da evlerimize nasıl girdiğini düşündük.
Tarihinde bizim gibi bir grubun hiç girmediği, özgün mimarili eski taş evlerin olduğu Kayabükü Köyü’ne geldik.
“Genç kızlığımızda bu dağlarda dolaşmadık yer bırakmadık. Keçilerimizi bu dağlarda yayarken, biz de onlarla birlikte kayalara tırmanırdık. O günler zordu ama her şey doğaldı. En çokta eşkıyalardan korkardık. Artık ne eşkıya kaldı, ne de keçilerimiz… Eskiden çaput torbalarımız vardı, şimdi şehre alışverişe gidip- gelenlerin hepsinin elinde naylon var. Köylülerimiz bile kibarlaştı artık. ” diyen Kayabükü’nün yaşlı teyzesinden dinleyecek o kadar çok hikaye vardı ki, ama herkes açtı.
Kalabalık insanı sadece düğünlerde gören ve ilk defa bu kadar çok kentli insanı misafir eden Kayabükü’nün çalışkan kadınları, kazanlarla yemekler yapmışlar. “Bakır kaplar kalaylansın” sözünü artık türkülerde duyan kentliler, köydeki yemeklerin bakır kazanlarda piştiğini görünce çok sevindiler.
Yer sofraları kuruldu, dizleri ağrımayanlar bağdaş kurdu. Kırmızı acı biberli ve börülceli sıcak tarhana çorbası menüde ilk sırayı aldı. Arkasından koca kazanda kaynatılan kuru fasulye, bulgur pilavı ve acı turşu biber herkesin hoşuna gitti. Yöre otlarından yapılan çaykama böreği ilk defa yeniliyordu. Beşparmak Dağının ebegümeçlerinden yapılan ot kavurması, tabağı çevirdiğinde bile dökülmeyen taş gibi köy yoğurdu en çabuk biten yemek oldu. Kendi yetiştirdikleri kabaklardan yaptıkları, kaynatırken içine hoş kokulu dağ otlarından koydukları, hoşafa benzettiğimiz ilginç kabak tatlısı ağzımızı tatlandırdı.
“Misafirimizsiniz sizleri her zaman bekleriz” diyen, son derece saygılı, misafirperver olan Kayabükü sakinlerine teşekkür ettik. Onlar istemese de “olur mu öyle şey” deseler de, küçükte olsa ekonomik olarak katkı yaptık. Üyelerimiz yanlarında getirdikleri kıyafetleri ihtiyacı olanlara dağıtması için muhtara teslim ettiler.
Güzel bir havada, doğanın tüm zenginlikleri içinde bir gün geçirmenin keyfini yaşadık, bizim orda bulunmamızdan mutlu olan ve bizleri ağırlayan Kayabükü köylülerini çok sevdik. Bölgemizdeki otantik köylerimizi tanıtmaya, kentlilerle köylüleri kaynaştırmaya devam ediyoruz.