En Güzel Gökyüzünü ve En Güzel İklimi Mykale’den gördük
Tarihin babası Heredot’un “Panionionda toplanan İonlar, kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altına ve en güzel iklime sahip yörede kurmuşlar. Güneyden başlayarak ilk kentleri Miletos’dur; hemen sonra Myus ve Priene gelir..." sözünde geçen coğrafyayı ve Ege’nin en güzel antik kentlerinden biri olan Priene’yi yukarıdan görmek için, Antik çağın “Mykale” dağına tırmandık.
Orta çağda “Sampson” olarak bilinen, günümüzde ise Samsun Dağı’na dönüşen bu muhteşem coğrafyanın büyüleyici manzarasında yürüdük.
Dilek Yarımadasının güney doğusunda yer alan bölgede, bitki ve ağaç çeşitliliğinin zenginliğini keşfettik.
Samsun Dağı’ndan gelen dere yataklarında yer alan asırlık çınar ağaçlarını hayranlıkla izledik.
Bitki ve ağaçların kardeşliğini yakından incelerken, bugüne kadar hiç görmediğiniz devasa boyutlara ulaşmış sarmaşıkları inceledik.Tespit ettiğimiz büyük boyuttaki ve ilginç görüntüdeki sarmaşıkların doğal anıt statüsüne alınması için, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvuracağız.
Bahar aylarında gördüğümüz dağ laleleri anemonların, Ocak ayında burada açtığını görünce, Heredot’a hak verdik. En güzel iklimde, en güzel gökyüzü de burada dedik.
Yürüdüğümüz coğrafyada, bitki çeşitliliği ve zenginliğini inceleyerek, kızıl şahinlerin avlanışını izledik.
Halı gibi yemyeşil çimlerin üstüne yatarak, Ocak ayında, Nisan güneşi gibi ısıtan güneşin altında dinlendik.
Çıktığımız her noktadan farklı açılarda, farklı yerleri görme imkanımız oldu. Karina’yı, Büyük Menderes Deltası’nı, Dünyanın en kanlı deniz savaşının geçtiği Lade Adası’nı, Bafa Gölü’nü, Beşparmak Dağları’nı ve Söke Ovası’nın harika güzelliklerini izleyerek yürüdük.
Ovadan yüzlerce metre yükselen büyük kaya kütlesinin üzerinde yer alan Priene’nin Akropolüne geldik.
Anadolu coğrafyasının en güzel yerlerinden birisine kurulmuş olan Antik Priene kentinin Akropolüne indik. Yüksek ve savunulması kolay tepeler üzerindeki kale anlamına gelen Akropolün manzarasını görünce, buraya gelmenin ayrıcalığını hissederek büyük keyif aldık.
Atina ve Bergama Akropollerinden sonra bilinen en önemli akropol olan Priene akropolünde incelemeler yaptık. Arkamızdaki Samsun Dağı’nın heybetli görünüşünü, önümüzdeki Aşağı Büyük Menderes Havzası’nın panoramik görüntüsünü hayranlıkla seyrettik.
Akropolün tepesinden 300 metre aşağıdaki Priene antik kentinin kalıntıları izledik.
Daha önce yürüdüğümüz Beşparmak Dağları’nın muhteşem görüntüsünü onlarca kilometre uzaktan seyretmenin keyfini yaşadık.
Mykale Dağı’nın rüzgarlarına dayanamayıp yarısı yok olan bayrağı gördüğümüzde “bu bayrağı buraya dikenler, madem diktiler mutlaka sahip çıkmalı ve korumalılar” dedik.
Yırtılmış olan bayrağı, yanımızdaki sağlam bayrakla değiştirdik. Eski dönemin Gelebeç’i, günümüzün Güllübahçe Beldesi’nin manzarasını kuşbakışı inceledik.
Buradaki gökyüzünün güzelliklerini ve Akropolün muhteşem manzarasını geride bırakarak dönüşe geçtik.
Priene antik kentine geldiğimizde, yukarıdan indiğimiz Akropole baktık.
Theodor Wiegand’ın “Küçük Asya’nın Pompeisi” dediği, Antik dünyanın ızgara sistemli planlı kentinde incelemeler yaptık. Milet'li ünlü şehirci-mimar "Hippodamos"un, "grid sistemi"ne göre yeniden inşa ettiği bu kentin, arkeolojide Hellenistik çağın en güzel kentlerinden biri olduğunu söyledik. Hipodamos'un icadı olan ızgara modelli kent planının, Efes'te de başarıyla uygulandığını, hatta günümüzde Newyork, Arizona gibi bölgelerde de ızgara planının uygulandığını öğrendik. Binlerce yıl önce yaşayan insanların yapılarındaki mimari tarz, hepimizin çok ilgisini çekti ve hayranlığını kazandı. Kışın güneş ışınlarını tam olarak almasına, yazın ise güneş ışıklarının binalarının tepesinden geçmesine sağlayan ve yolları kaybolmayı önleyen birbirini dik açılarla kesen ızgara planlı Priene’yle, günümüzde çarpık yapılaşmalarla dolu, özgün mimarisini kaybetmiş kentlerle karşılaştırdık.
En üstte doğal bir anıt gibi duran Akropol, altında yemyeşil çam ağaçları ve önünde dimdik duran 5 sütunla Athena Tapınağı’nın görünüşü karşısında hayranlığımızı gizleyemedik.
Antik kentin en çarpıcı eserlerinden biri olan ve M.Ö. 4. Yy’da yapılan, günümüze kadar oldukça korunmuş olarak gelen Athena Tapınağı’nın kalıntılarını inceledik. Athena Tapınak Sunağı’nın İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunduğunu öğrendik.
Anadolu'da en az tahribat yaşayan tiyatrolardan biri olan Pirene tiyatrosunun, 6.000 kişilik olduğunu öğrendik. Nysios isimli bir ustanın protokol için yaptığı mermer koltuklara biz de oturduk. Dionysos törenlerinde kullanılan sunak çok ilgimizi çekti.
Kentin üç kapısından biri olan, ana giriş kapısı "Doğu Kapısı"ndan çıkarak, Karina’ya hareket ettik.
Türkiyenin en önemli sulak alanlarından biri olan ve milli park sınırları içerisindeki Büyük Menderes Deltası’ndaki Karina’ya geldik.
Güneşin denizden battığı en güzel yerlerden birisi olan Karina’nın bakir coğrafyasında dolaştık.
Karina’da bulunan salaş balık restorana oturduğumuzda; balıkçıların kayıklarına girebilmek için, denize girmek zorunda kaldıklarını gördük. Bunun nedenini de, Büyük Menderes Nehri’nin getirdiği alüvyonlarla sürekli dolup sığlaşan denizde, kayıkların kıyıya yanaşamadığını ve balıkçıların mecburen yaz-kış kayıklarına binebilmek için yürümek ya da yüzmek zorunda kaldıklarını öğrendik.
Karina balık restoranında denizden yeni çıkmış levrekler, özgün yöresel mezeler, salatalar ve tahinli helvalarla karnımızı doyurduk. En güzel gökyüzünün altında ve iklimin en güzel olduğu yerde yürüdük, en güzel antik kentte incelemeler yaptık, karina balık restoranda karnımızı doyurarak tüm yorgunluğumuzu çıkardık, mutlu bir gün geçirmenin keyfini yaşadık.