Kızılkarlar Köyü, Beşparmak Dağları’nın kuzey yamaçlarında, Aşağı Büyük Menderes Havzası’nın güneyinde küçük bir vadide yer alan eski bir zeytin köyüdür.
Etrafını zeytin ağaçlarının sardığı, fıstık çamları, meşe, pinar, menengiç ağaçlarıyla çevrili Kızılkarlar’ın kuruluşunu bilen yok. Bölgeye ilk gelenlerin Yörükler olduğu biliniyor. 400-500 yıllık olduğu tahmin edilen köyün yakınlarındaki bazı kaya mezarlarına bakıldığında, bölge tarihinin çok daha eski yıllara dayandığını göstermektedir.
Kızılkarlar’a ait eski bir mezarlık bulunmasına rağmen, köyün kuzey batısındaki tepede yer alan başka bir mezarlığın olması, daha eski bir yerleşimin var olduğunu göstermektedir. Yöre taşlarından yapılan mezar taşlarının hiçbirinde tarihlendirme bulunmamaktadır.
Kızılkarlar isminin nereden geldiğini bilen yok. Bazı yöre insanlarının kurulduğu yıllarda yağan bir kar sonucunda, karın kızılımsı bir renk almasından dolayı bu ismi aldığı söylense de, bir gerçekliği yok. Bölge Karya Uygarlığının geçtiği bir alanda olması, bu ismin Kar kavminden geldiği izlenimini uyandırsa da, bu tarihçilerin ortaya çıkarabileceği bir gerçektir.
1960 yılından sonra Kızılkarlar’da oturanların hepsi, Akçakaya’ya göçmüş. Bugün muhtarlık Akçakaya Köyü’nde. Akçakaya’nın yolu asfalt, elektriği ve suyu var. Kızılkarlar yine eski yıllarda olduğu gibi elektrik ve su yok, o günkü doğallığını aynı şekilde korumakta. Medeniyetle bağlantısı sadece 4 km.lik stabilize bir yol.
Kızılkarlar’da günümüzde yaz-kış oturan ve Robinson hayatı süren bir kişi yaşamaktadır. Adı Hulisi GÜN. Birkaç ineği, 5-10 koyunu, 2 köpeği, horozları ve tavuklarıyla, domuzların, oklu kirpilerin, porsukların, sincapların, gelinciklerin, tavşanların, yırtıcı kuşların, kekliklerin, çakalların, yılanların, akreplerin arasında doğal bir şekilde yaşamını sürdürmekte.
Zeytinin olduğu kış aylarında 5-10 aile zeytin toplama sürecinde köyde kalıyormuş, sonra yine yapayalnız. Hulisi GÜN “İnsan olmadığı için hayvanlarla konuşuyorum, aslında iyide oluyor. Onlarla hiç kavgamız gürültümüz yok. Ben onlara, onlar bana saygılı.”
“Doğada her canlılının bir görevi var. Onlarla birlikte yaşamak zorundayız. Ne zaman yapıldığı bilinmeyen içi ana kayaya oyulan ve içinden pırıl pırıl su çıkan bu pınar, bugün bile bizim yaşam kaynağımız.
Pınarın yanındaki bu oyuk kayanın içine sıcak günlerde sürekli su koyarım. Kuşlar, arılar, böcekler, yılanlar gelip su içsin diye. Çünkü su yoksa hayatta yok.” Yılana bile içmesi için su koyan Hulisi GÜN tam bir doğa adamı.
Günümüzde kaybolmaya yüz tutan zeytin gümelerini gösteren Hulusi GÜN “Bunların hepsi ayrı bir tarih. Eşeklere sardığımız zeytin çuvallarını getirerek bu gümelerin içine korduk. Kim bilir bizden önce kimler bu gümelere zeytinleri doldurdu. Bu gümelerin başında ne hikayeler geçti.”
“Yolların, traktörlerin, fabrikaların olmadığı yıllarda zeytini ayak yağıyla bu değirmenlerde ezip, bu şırnalarda sıkardık. Burdan çıkan yağ çok güzeldi. Ekmeği banarak yerdik. Zeytinyağı her derde devadır. Sıkılan yağları satmak için eşeklere yükleyerek patika yollardan götürürdük. Yağı testilere koyduğumuzda, patika yollarımızda kayalar çok olduğundan hep kırılır yağımız yabana giderdi. Sonra keçi derilerini tulum çıkarıp, kıllarını fıstık çamının kozalaklarıyla sürterdik. Kozalağın kahverengini alan keçi tulumunun içine yağları koyar, öyle götürüp satardık. “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” hesabı, fabrikalar olunca ayak yağından vazgeçildi. Artık şırnanın içinde zeytini çiğneyecek kadın da kalmadı.”
Bu yekpare değirmen taşlarını hangi taş ustaları, hangi yıllarda yaptı bilinmez. Bu insanlar ne emekler çekerek bu eserleri meydana getirmiş, ne insanlar bu taşlarda sıkılan zeytinin yağını yemişler. Artık hepsi kıyıda köşede sanki ölümü bekleyen yaşlı insanlar gibi, yok olmayı bekliyorlar.
Kızılkarlar’ın evleri de Beşparmak Dağları’nda bulunan diğer zeytin köylerindeki taş evlerin mimari yapısına uygun şekilde yapılmış. Harç bulunmayan ve taşların birbirine bağlanarak aralarına çamur konularak yapılan evlerin mimari yapıları mükemmel bir form oluşturmaktadır. Son yıllarda çatı yapılsa da, eski olan evlerin damlarında farklı bir mimari üslup kullanılmış. Evin çatısına 50 cm aralıklarla yerleştirilen ahşap kalasların üzerine yörede bulunan hayıt, tenhal ya da mersinlerle beslenip, üstüne keren toprak konuluyor. Daha sonra silindir bir taşla toprak ezilip sıkıştırılıyor. Kışa girmeden her damın üzerine takriben 5 kg. tuz serpilerek, toprak çoraklaştırılıyor. Çoraklaşan toprak hem otların çıkmasını engelliyor hem de yağmur geçirgenliğini önlüyor. Bu sistem de evi yazın serin, kışın sıcak tutuyor.
30’a yakın evin olduğu Kızılkarlar, günümüzde aşağıdaki ovanın kıyısında bir köy köy olan Akçakaya’ya bağlı. 1960’lardan önce 10-15 evin bulunduğu Akçakaya, o yıllarda Kızılkarlar’a bağlıymış. Cumhuriyetin ilk yıllarında muhtarlık Kızılkarlar’daymış. Yolun olmadığı ve hayvanlarla ulaşımın sağlandığı yıllarda, aydınlatma için gazyağı muhtarlık olması nedeniyle Kızılkarlar’a gelirmiş. Kızılkarlar’a bağlı olan Akçakaya’da yaşayanların ihtiyacı olan gaz yağının verilmesi için, köyün bekçisi 5 km.lik yolu uzak bulduğundan, köyün tepesinde bulunan Bakacak Kayası’na çıkarak, aşağıdaki Akçakaya’da oturanlara “Gazınız geldi, Akaçakaya’lılar gelin alın” diye bağırırmış.
Geceleri koyun güderken Bakacak Kayası’na oturup, kendilerinden gaz alarak lambalarını aydınlatan Akçaköylülerin şimdi pırıl pırıl olan elektrik ışıklarını yukarıdan izleyen Hulusi GÜN, Kızılkarlar’da elektrik olmadığından kendisi hala gaz lambasıyla idare ediyor.
Kızılkarlar’ın tek camisi 1960’lı yıllardan bu yana kullanılmasa da hala canlılığını koruyor. Caminin içinde o günün amatör ressamlarınca çizilmiş motifleri ve eski yazıları duvarlarını süslüyor.
Caminin minaresi olmadığından hoca ezanlarını yüksek bir yerde bulunan sınır taşının üzerine çıkarak okuyormuş. Hulusi GÜN “50 yıldır ezan sesine hasret kaldım. Hoca ezanı bu taşın üzerine çıkarak çıplak sesle okurdu. Vadide yankılanan ses her evden duyulurdu”
Kızılkarlar’ın işlemeli kapıları bir bir yok oluyor. İşlemeli kapıların olduğu evler de, pencereden bakan koyunlara ağıl görevi görüyor.
Beşparmak Dağları’nda özgün mimarili taş evlerin bulunduğu birçok zeytin köyleri bulunmaktadır. Günümüzde bu evlerin hemen hepsi modern ve daha karlı biçimde zeytinyağı elde edilmesi sonucunda, eski sistem ayak yağı terk edildiğinden, yerleşimlerde terk edilmiş ve daha modern köylere göçler yapılmıştır. Hulusi GÜN gibi tek tük kişilerin yaşadığı ve kış aylarında bazı ailelerin göçtüğü eski zeytin köyleri, her geçen yıl tahrip olarak yok olmaktadır. Bu yerleşimlerin birçoğunda İslamiyet öncesi yerleşme izlerine rastlanmaktadır. Yazılı hiçbir kaynak olmaması nedeniyle, günümüze kadar gelen sözlü aktarımlarla keşfedilmeye çalışılmaktadır.
Genellikle su kaynaklarının yanına kurulan bu yerleşimler, su kaynaklarındaki pınarların yapı elamanlarına bakıldığında, Karya Dönemi’ne kadar gittiği görülmektedir.
Beşparmak dağ köylerinde bulunan taş evler ve zeytin işlikleri ve yapı elamanları kıyı da köşede atıl vaziyette yok olacakları günü beklemektedir.
Günümüzde birçoğu yok edilmiş ya da açılan yolların molozları altında kalmaya mahkum edilmiştir.
Parçalanmaktan kurtulanlar, yabana gitmesin işe yarasın diye iki arazi arasında sınır taşı yapılmıştır.
Günümüzde artık sadece Beşparmak Dağları’nda kalan özgün mimarili taş evler, yüzlerce yıllık tarihe tanıklık etmişler. Eşi benzeri olmayan bu mimari yapıların, eski zeytin işliklerinin ve Antik Dönem’den günümüze kadar gelen ve hala özelliğini yitirmeyen pınarların korunması ve gelecek nesillere aktarılması gerekir. Bunu yapacak olan da Kültür ve Turizm Bakanlığı’dır. Kalabilen bu son zeytin köyleri iyi bir projeyle restore edilmesini sağlanarak, turizme kazandırılırsa, hem kültürümüz korunmuş olacak hem de yöre insanına ekonomik bir güç teşkil edecektir. Buradan ekonomik olarak kazanç elde eden yöre insanları, kendi kültürlerine sahip çıkacak ve onları koruyacaktır.