Adı gibi taştan yapılmış bir köprüden almış ismini. Kış yağmurları çavlan oluşturduğunda tüm canlıların geçişini sağlamış binlerce yıl bu coğrafyada. Öylesine bir coğrafya ki; doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle, yaban hayatıyla zamana yolculuk yaparak, 8000 yıl geriye doğru götürüyor insanı.Sanki Latmos’un denize açılan kuzeydeki kapısı gibi. Antik dönemde Ege’nin küçük bir koyu olan günümüzün bereketli topraklarının hikayesi Neolitik Dönem’e kadar uzanıyor.
Mağara yaşamının batıda ki en eski yeri Mal Kayası Mağarası var burada. 2002 ve 2004 yıllarında Alman arkeolog Dr. Anneliese PESCHLOW ve Milet Arkeoloji Müzesi ‘nin kazı çalışmaları sonucu kuvarstan imal edilen aletler, çok sayıda taş eser, fırınlanmış çanak-çömlek, küre biçimli ağırsaklar, ok uçları, kemik aletler ve yassı baltacıklar gibi pek çok buluntuya rastlanmıştır. Mağara içinde balık, alageyik, yaban keçisi, yaban domuzu, kınalı keklik, kaya güvercini kalıntılarından, burada yaşayanların neyle beslendikleri konusunda fikir verdiği görülmektedir.
Antik Dönem uygarlıklarından kalan savunma yapıları, kaleler, mezarlar ve günümüzde hala kullanılmaya devam eden binlerce yıllık taş döşeli antik yollar bölgenin tarihine ışık tutan yapılardır.
Latmos’un hemen her yerinde olduğu gibi, Ortaçağ insanlarının izlerine Taşköprü vadisindeki kayalarda da görülebilmektedir.
İnsanı zamana yolculuk yaptıran, günümüz teknolojisi ve yapılarından çok uzakta olan bazı yerleşmelerin pitoreks bir biçimde kümelendikleri görülür.
Taşköprü Vadisi’nin kuzey yamaçlarına serpilen bu yerleşmeler, zeytin ağaçlarının arasına gizlenerek ve muhteşem uyumlarıyla doğayla bütünleşmişlerdir. Geç Antik Dönem’den, Osmanlı Dönemi’ne kadar oturulan bu yerleşmelerde gittikçe azalan nüfus, 1970’li yıllardan sonra neredeyse tamamen bitmiştir. Yerleşmelerde bulunan yoğun zeytin işliklerinden, antik dönemden beri devam eden ayak yağı işçiliğinin, bölge için ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Yolların açılması, traktörlerin çoğalması ve açılan teknolojik fabrikalar çok zor olan bu ayak yağı sistemini bitirmiştir. Artık sadece zeytin sezonunda birkaç ailenin kaldığı bu yerleşmedeki evler aslında bir tarihi yansıtmaktadır.
Yöre insanların sadece zeytin tarımından değil, doğal ve kültürel kaynak değerlerinin zenginliği içinde adeta bir açık hava müzesi niteliğinde olan bu bölgeden, turizm yönüyle kazanabilecekleri ve gelecek nesillere aktarabilecekleri çok şey var.
Ancak tüm bu tarihsel geçmişin, doğal güzelliklerin etrafını her yönden yavaş yavaş daraltan ve girdiği her alanda geri dönülmez bir biçimde tahrip eden maden ocakları nedeniyle kaybettikleri çok şey de var.