Çeşitli alanlarda yapmış olduğu açık hava heykelleriyle tanınan ünlü heykeltraş Mehmet AKSOY, Latmos Dağları’na geldiğinde gördüğü ilginç kayalar çok ilgisini çekmişti. Yaşamı boyunca taşlara şekil veren usta heykeltraşa, dağdaki şekilli kayalara gösterip nasıl bulduğunu sorduğumuzda “Ben taşlara elimde keski çekiçle şekil veriyorum ama Latmos Dağları’nda ki kayalara doğa şekil veriyor. Olağanüstü bir güzellik” demişti.
Hayatının önemli bir bölümünü Latmos Dağları’na adayan Alman arkeolog Dr. Anneliese PESCHLOW “Latmos Menderes masifinin bir parçası olup, Türkiye’nin en eski masiflerinden biridir. Tersiyer Dönemden beri bu bölge son kez bir dağ şeklinde yükselerek şekillendi. Bu taş ve subtropik değişken nemli iklimlere sahip yerler için tipik olan aşınma biçimleri, Latmos’ta özellikle çok belirgindir ve bu dağa değişmez biçimini kazandırmıştır. Bu aşınmalar sonucu oluşan şekillenmeler değişik hayvanları, insanları ve hayal gücüne göre birçok figürleri anımsatır. Bu olağandışı arazi biçimlenmesi dahi Latmos’un koruma altına alınması için yeterli neden olmalıdır ve Latmos Doğal Park ilan edilmelidir.” Demişti.
Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Hermann Parzinger’in 2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Latmos’la ilgili yazmış olduğu öneriler çok önemliydi.
Parzinger “ Bafa Gölü’nün doğrudan kuzey ve doğu kıyısından; bir zamanlar Latmos Deniz körfezinin olduğu yerden yükselen Beşparmak Dağları, Türkiye’nin batı kıyılarının en güzel ve büyüleyici yörelerinden biridir. Bu yöreyi çekici kılan bir biri üzerine kümelenerek hemen hemen 1400 metreye dek yükselen ve çatallı silueti uzaklardan görülebilen dağın gnays ve granit kültelerinin zıtlığında yatmaktadır.
Buna doğuda fıstık çamı ormanlarıyla dağlık alan katılır. Buraya uzak olmayan deniz kıyısına yakın ve kitle turizmine maruz kalmış yerlerde görülen her taraftaki yapılaşmadan farklı olarak, Latmos’ta bir parça doğa asıl haliyle günümüze ulaşabilmiştir. Latmos’un bu kayalık alanında, farklı çağlara ait yerleşme izleri, Neolitik Çağ’dan Osmanlı Dönemi’ne kadar uzanmaktadır. Karakteristik petekli çözülme ve kubbemsi çözülmeli aşınma biçimleri gösteren kayalıklarıyla gizemli bir his yaratan Latmos, aynı zamanda sayısız mağarasıyla burada yaşayanların tahayyüllerini hareket geçirmiş ve dinsel tasavvurlarına damgasını vurmuştur.
Latmos Anadolu’nun kutsal dağlarından biriydi. Zirvesi çok eski zamanlardan beri taş, yağmur ve böylelikle de bereket kültünün olduğu yerdi. Burada Neolitik Çağ’dan beri Anadolu Hava Tanrısı’na ve yerel bir dağ tanrısına birlikte tapınılmıştır.
Latmos’un kayalık arazi olma özelliği ayrıca bu yörenin yerleşim yapısına da oldukça etki etmiştir. Bu durum çağlar boyunca, Tarih öncesinden Antik döneme, Bizans ve Osmanlı Dönemlerine kadar doğa sahasının tahribine yol açmamış, bilakis bu faaliyetler doğal arazi koşullarıyla uyum içinde gerçekleşmiştir.
Hiç kuşkusuz Latmos’un arkeolojik anıtlarının önemli olanları M.Ö.6./5. Binyıla tarihlenen kaya resimleridir. Bunlar Türkiye’nin batı kıyısındaki Prehistorik kaya resmi sanatının ilk belgeleridir ve aynı zamanda yeni bir kaya resmi bölgesi oluşturmaktadır. Bu nedenle resimlerin korunması en önemli önceliktir. Kaya resmi buluntu yerleri, resimsel ifadesini aile ve düğün sahneleriyle bulan bereket kültü yerleri olarak anlaşılmalıdır. Latmos resimleri şimdiye dek tüm kaya resmi sanatı içinde konu ve resim dile açısından yegane olma özelliğine sahiptir. Bu resimlerde tasvir edilen aile sahneleri insanoğlunun göçebelikten yerleşik düzene geçmesine koşut olarak gelişmiş değişen yaşam biçiminin ifadesi olarak yorumlanabilir. Güneydoğu Türkiye’de başlayıp oradan batıya ve kuzeybatıya yayılan ve Avrupa’ya kadar ulaşan bu süreç içinde Latmos önemli bir bağlantı halkası oluşturmaktadır.
Sadece bu nedenlerden dolayı Beşparmak Dağları’nın acil olarak Milli Park ilan edilmesi ve aynı zamanda, Türkiye’nin korunmaya değer bulunan diğer yerlerinde, örneğin Troya veya Gelibolu Yarımadası’nda gerçekleştirildiği gibi, açık hava müzesi olarak koruma altına alınması gerekir. Bu da ancak tarihsel bir milli parkın oluşturulmasıyla mümkün olacaktır. Şimdiye dek alınan koruma önlemleri yeterli olmaktan uzaktır. Bu önlemler sadece Bafa Gölü’nde, gölün kıyı kesiminde ve dağın çeşitli yerlerindeki arkeolojik anıtların ve bunların yakın çevresinde alınmıştır.
Burada en büyük tehlikeyi son yıllarda oldukça yoğunlaşan feldspat çıkarımı oluşturmaktadır. Sürekli olarak yeni devasa maden ocakları açılmaktadır ve bunlardan bazıları da kaya resimlerinin çok yakınlarındadır. Geniş alana yayılan bu maden ve taş çıkarma yerleri sadece doğayı ve yörenin bütün karakterini kayda değer ölçüde tahrip etmekle kalmamakta, resimleri de giderek artan tehlike altına sokmaktadır. Eğer bu faaliyetler durdurulmazsa etkileyici çam ormanlarını, nefes kesici kaya şekillerini, ilginç yerleşme kalıntılarını ve hepsinden önce dünyada eşi benzeri olmayan kaya resimlerini barındıran bu yegane kültür yöresinin yakın zaman içinde geri getirilmez biçimde tahrip edileceği görünürdedir.
Aradan 13 yıl geçti. Parzinger’in dediği gibi, Latmos’un birçok bölgesinde artık geri getirilmez biçimde tahribatlar yaşandı. Ne yazık ki hala büyük bir hırs ve hızla yeni maden ocaklarının açılması gündemde.
Parzinger’in bu önerilerinden sonra, Dr. Anneliese PESCHLOW’un tespit ettiği arkeolojik bulgular ve kaya resimleri, Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün duyarlı uzmanları tarafından, kendi görev alanlarını kapsayan bölgelerde sadece bulguların bulunduğu alanların tescilleri yapılabildi. Ancak dağın bütünselliğine bakıldığında, tescili olmayan yerlerde maden faaliyetleri yapılabilir anlayışı hakim durumdadır. Her an, tescilli olmayan her yerde 500 milyon yılda oluşan hepsi birbirinden ilginç devasa kayalar geri dönülmez bir biçimde tahrip edilme tehdidi altındadır.
Burada başta Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne önemli görevler düşmektedir. Latmos’un bütünsel bir şekilde korunması ve Parzinger’in dediği gibi eşi benzeri olmayan bu değerlerin tüm dünyaya tanıtılması gerekir. Bundan ülkemiz başta olmak üzere, Aydın ve Muğla, özellikle yöre insanları kazançlı çıkacaktır. Latmos’un eşsiz güzellikleri ve değerleri geleceğe taşınacaktır.
Uluslararası Jeolojik Mirasın Korunması Sempozyumu’nda birçok ülkenin imzaladığı bildirgeyle; jeolojik miras niteliğindeki yerler, hem yerkürenin oluşumunu daha iyi anlamamız, hem de bu bilgilerin gelecek kuşaklara aktarılması bakımından önemli olduğu belirtilmiş, artık ülkeler kendi sınırları içindeki önemli jeolojik ve jeomorfolojik yerleri dikkate almaya ve korumaya yönelik stratejiler geliştirmeye başlamışlardır. Bu stratejilerden de ortak bir kavram çıkararak “Jeopark” kavramını geliştirmişlerdir.
Jeoparkların, seyrek rastlanılan ya da estetik değeri olan jeolojik miras niteliğindeki yerler ve bunların dışında, bölgedeki arkeolojik, ekolojik, tarihsel ya da kültürel açıdan önemli yerler olması kabul edilmektedir. Tüm bunlar Latmos’un bütünsel değerlerini kapsamaktadır.
Jeoparkların genel politikası; Yerel halkın, bölgeye özgü, yaratıcı ve yenilikçi ürünler yaratması özendirilerek, yeni iş olanakları elde edilmesi, böylece bölgedeki yaşam kalitesinde artış sağlanması, bir ölçüde de göçlerin engellenmesi, yerel halkın kendi bölgesine sahip çıkması sonucunda yerel kimliğin güçlenmesini hedeflemektedir. Buna en güzel örnekte; Avrupa’nın en büyük jeolojik açık hava müzesi olarak kabul edilen, çok sıkı korunan ve koruma-kullanma dengesi içinde jeoturizmi geliştiren Fransa’daki Haute-Provence Jeoparkı gösterilmektedir.
Gerçekten içine girildiğinde insanın kendini farklı bir dünyada olduğunu hissettiren, adeta dinozorlar çağına götüren olağanüstü doğal peyzajı olan Latmos (Beşparmak) Dağları, doğal ve kültürel zenginliklerinin yanı sıra jeolojik ve jeomorfolojik açıdan Türkiye’nin en önemli alanlarından biridir.
Tüm bu özellikleriyle Latmos neden Jeopark olmasın…