Latmos’u parlatırdı Selene’nin ayı
Kıvrılarak giderdi, Marsyas’ın çayı
Herakles’in duruşu sanki kabadayı
Mitolojik Ege’ye aşığım ben.
Şairin dediği gibi, birçok mitolojik hikayeye konu olmuş Anadolu coğrafyasında, Latmos (Beşparmak) Dağları’nın da bir aşk hikayesi vardır. Ay Tanrıçası Selene ile Çoban Endymion arasındaki bu hikaye, sadece bu dağlarda geçmektedir.
Ay Tanrıçası Selene ile Latmos’un Çobanı Endymion’un aşk hikayesi, dünyanın birçok ülkesinde küçük farklılıklar olsa da birbirine benzer şekilde anlatıldığı görülmektedir. Bu mitolojik hikayeyi, İtalya’da bulunan Siena Katedralinin tavan süslemelerinde, Hollanda’nın Soestdijk Sarayı’ndaki tablolarda, Avrupa’nın pek çok kentinde müzelerdeki mezar stellerinde ve lahitlerde görmek mümkündür.
Cevat Şakir’in “Bu masal bir yurt türküsüdür” dediği mitolojik hikaye, ne yazık ki, kendi yurdunda çok az bilinmektedir.
Bu mitolojik efsaneyi bilenler ve o gizemli anı yaşamak isteyenler, dolunayın Beşparmak Dağları’nın arkasından çıktığı dönemlerde, ayın şavkının gölün yüzeyiyle buluşmasını ve devasa boyuttaki kayaların üzerine ışıklarını yansıtmasını binlerce yıl geriye giderek büyük bir heyecan içinde izlerler.
Günümüzde göl kıyısındaki Kapıkırı’nda bulunan Herakleia’nın güneyinde, Endymion’a ait bir kutsal alan bulunmaktadır. Kentteki Athena tapınağıyla birlikte en iyi korunan yapılar arasındadır.Binlerce insanın geçerken mola verdiği, Bafa Gölü’yle Latmos’un bütünleşen muhteşem doğal peyzajını izlediği bu toprakların o kadar çok zenginliği var ki…
Halikarnas Balıkçısı’nın Avrupalı turistleri gezdirdiği dönemlere göre, bugünün Bafa ve Latmos’un da, önemli değişimler yaşandı. Yine de bu zenginlikler bitmiş değil ancak koruyabilirsek tabi.
Bu coğrafyanın doğal ve kültürel kaynak değerleri, mitolojik efsaneleri ne kadar çok tanıtılırsa, o kadar çok sahip çıkan olur. Bafa ve Latmos’un insanlarına, doğal ve kültürel zenginliklerine hep birlikte sahip çıkalım 16.Yüzyılda yabancı bir ressam bu hikayenin tablosunu yapmış şu an Hollanda’nın bir sarayını süslüyor. Bizim de o kadar yetenekli, hayal gücü geniş ve duyarlı ressamlarımız var ki…
Bu güzel hikayenin resimli bir tasviri güzel bir çizimle, Bafa Gölü ve Latmos’un doğal peyzajının en güzel görüldüğü Milas - Bodrum Yolunda göl kıyısında bir tabelada gösterilerek tanıtılmalıdır.
ENDYMİON EFSANESİ
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, dünyanın ilk lirik ozanı Theokritos’tan aldığı anlatımla, bu güzel hikayeyi ne güzel yorumlamıştır.
“Dört, beş bin yıl önceki Anadolu Pagan evreninin en güzel efsanelerinden biri olan Endymion efsanesinin asıl yaratıcısı Beşparmak (LATMOS) Dağları’dır.
Büyük Menderes Irmağı kendi ovasınca akarak, bin bir dolanışıyla ay ışığında gümüş hilaller çevirir. Bafa Gölü’ne ve batıda Arşipel’e pırıl pırıl boşanır. Bafa Gölü tepsi dolusu gümüştür.
İşte bundan dolayı, eskiden denize bağlı derin bir koy olan bu göle, Ay Tanrıçası “Artemis’in Aynası” denilirdi.
Bafa Gölü’nün bir kenarından Beşparmak Dağları sessiz bir azametle ta uzaklara kadar perde perde kalkınır ve ay ışığına aşık imişcesine ağarır. Bu Beşparmak Dağları’ndadır ki Artemis, çoban Endymion’u uyurken görmüş ve bu insanoğlunu göksel bir temizlikle sevmiştir.
Beşparmakların görkemli gösterişi insan hayalini uzak geçmişlere ve kıtaları sarsıp birbirinin üzerine yığmış büyük depremlere götürür ve sessiz dağa bakarken o depremlerin gürleyişini duyar gibi olur. Ne var ki, ay ışığı bu dağların yabanlığını şeker gibi eritir ve çatık kaşlarını çözer. O zaman insan bir dünya manzarası değil, paldır küldür yıkılmış bu örenlikte bir cennet görmüş gibi olur.
Artemis üç şekilli bir tanrıça idi. Yeryüzünün bereket tanrıçası olarak ona, “Artemis, Artemis!” diye yalvarırlardı. Artemis Yunanca bir sözcük değil, Anadolu kaynaklı anlamı unutulmuş bir sözdür. Artemis’in yer altı ölüler evrenindeyse adı Hekate idi. Hekate fırtınalı gecelerde, kapkara bulutlarla örtülü ayın korkunç ve som karanlığı idi. Ama güzel gecelerin uzak duruluğunda ay ve ay ışığı göklerin sakin gülümseyicisi olan Artemis, Selene ya da Sintia diye anılırdı.
Günümüzde insanlar paraya kurban edildiği gibi İsa’dan üç bin yıl önce de Tanrılara insan kurban edilirdi. Örneğin Artemis’in kutsal geyiğini öldürdüğü için Troya’nın zaptında Agamemnon’un hazırladığı filo rüzgarsızlıktan sefere çıkamaz olmuştu. Agamemnon, Artemis’in gönlünü etmek için papazların buyruğuyla kendi kızı Ephigeneia’yı boğazı papazlar tarafından kesilmek suretiyle kurban etmek zorunda kaldı.
İsa’dan iki, belki üç bin yıl önce adı unutulmuş Anadolulu yurttaşımız olan bir ozan, vahşi Tanrıça Artemis’e kurban edilen kızların çığlıklarını duymuş ve tanrıçaya yakılan bu kurbanların kara dumanlarının sessiz ve berrak aylı geceyi kararttığını görmüş. Beşparmak Dağları’na kaçarak, bir gönül tepkisi olarak tanrıçayı o diyara ahenkleştirmek, çevrenin şanlı çıplaklığına uydurmak gereksinimini duymuştur.
Beşparmak Dağları’nda bugün bile, ay ışığında; kararan dev ormanların ulu çamları hiç kımıldamaz. O dimdik duruşlarıyla sanki uyur ve düş görür gibidirler. Birdenbire nereden geldiği belli olmayan gizemli bir esintiyle titrerken diken diken yapraklarıyla sanki ürperirler. İşte o zaman o ormanlara kaçmış olan meçhul ozanın iç kulağı ay ışığının bir Niagara Çağlayanı gibi şarıl şarıl aktığını kesinlikle duymuştur.
Kararan dallar arasında, hayal gözüyle parıltılarını gördüğü güzelliği ve boyuyla Ay Tanrıçası Diana ya da Selene’yi tanımıştır. Ne var ki onun gördüğü Selene ta uzakta kendisine insanlar kurban edilen vahşi Artemis değil, ancak Beşparmak Dağları’nda ay ışığında ağaran koyun sürülerinin genç çobanı Endymion’un aşığı insancıl bir Artemis ya da Selene idi. Malum a, Herodotos, “Hesiodos ile Homeros Grek Tanrılarını yarattılar” der.
Bilinmeyen (meçhul) ozan Selene üzerinde çekici parıltıları ile geceye, bu dünya ile ilişiği olmayan bir cennet hali veren, o yapayalnız sessizliği ile pınarlara, deniz kıyılarına ve yapraklara karışan vahşi manzaralar görmekle üzülmüş insan gözlerini üzüntülere kapayıp dindirici düşlere açan bütün Arşipel’i, ufuktan ufka bir ışık çıldırışına döndürürken toprak parlayışıyla küçük kuşun yuvasının kenarlarını aşarak, onun göğünü sonsuz bir nur evrenine çevirmeyi küçümsemeyen insancıl bir güzellikti.
Anı ve sanı geçmiş yüzlerce yüzyılın karanlığında kaybolmuş olan Anadolu ve Bafa ya da Latmos’lu yurttaşlarımız, lirinin eşliğiyle söylediği yüce türküde, yoksul çoban Endymion’un Beşparmak Dağları’nda koyun sürülerinin yanında uyurken Selene’nin onu nurlu bakışıyla göklerden gördüğünü, onu sevdiğini ve genç çobana ölümsüz bir uyku bağışladığını mutlaka anlatmıştır.
Bu efsanede Selene her gece ay ışığıyla gelerek, ölümsüz uyuyucusunu öper, Eros (şafak) pembe parmaklarıyla günün kapısını açıncaya dek onunla kalırdı. Endymion hiçbir zaman dünya gözüyle gökten inen nuru ve kendisinin üzerine eğilen gümüş gövdeyi görmezdi. Ne var ki, düş evreninde her gece ay ışığının Selene’nin yanına gelmesinin mutluluğunu duyardı. Böylece Endymion efsanesi yurdun bir kıyısının insan biçimine girmiş manzarası, hem de insanların kurban edilmesine karşı lirik bir tepkisi oldu. Fukara çoban Endymion bile, Artemis’e kurban edilmek şöyle dursun, uyur halde yüksek İda Dağı’nın doruğuna taşındı ve Selene ile düğününde bütün Tanrılar hazır bulundu.
Endymion efsanesi yüzyıllardan beri bütün ozanları uğraştırmış. Her dilden söylenmiş binlerce dizenin kaynağı Beşparmak Dağları’na hala ay ışığı halinde akar. O koca Beşparmak Dağları’nın yavrusu olan ozan tümüyle unutulmuşsa da, bugün, ay ışığında Bafa Gölü’ne ve Beşparmak Dağları’na bakıp da, onlara dehasıyla ve ay ışığından gönlüyle vurduğu damgayı Beşparmakların üzerinde ağaran o ölümsüz uyuyucuyu görmemek için dünya gözünden de, gönül gözünden de yoksun olmak gerekir. Bu masal bir yurt türküsüdür. C.Ş. KABAAĞAÇLI “