Kaval, Anadolu’ya özgü bir çalgıdır. Onu çalabilen ilk tanrıça Athena’dır. Bir gün durgun su kenarında kavalını çaldığı sırada yüzünü çirkin gören tanrıça Athena, kavalını derenin öbür yamacına atar. Athena’nın attığı kavalı bulan Marsyas kavalı çalmaya koyulur. Çaldıkça usta birisi olur. Kendisine güven gelince, tanrı Apollon ile yarışabileceğini söyler. Yargıç olarak önce Tmolos (Bozdağ) seçilir. Birinci yarışma kesin sonuç vermez. İkinci yarışmada Apollon Lyra’sını ters tutarak çalar. Marsyas ise kavalını ters tutarak çalamaz ve yenik düşer. Bu sırada yarışmaya gözlemci olarak katılan Midas, kavalın Lyra’dan üstün olduğunu söyler.
Buna kızan tanrı Apollon, Midas’ın kulaklarını eşekkulağı yapar. Marsyas’ın da derisinin yüzülmesini ister. Bir zeytin ağacına asılan Marsyas’ın derisini bir İskit yüzer. Marsyas ölür. Marsyas’ın kavalını dinleyen su ve kır perileri Marsyas’ın ölümüne çok üzülürler. Tanrı Apollon bu olay üzerine pişman olur. Marsyas’a hayat vermek ister. Onu derin bir vadiden akan bir ırmak haline getirir.Mitolojide geçen bu ırmak Büyük Menderes Nehri’nin en önemli kollarından biri olan Çine Çayı’dır.
Mitolojik efsanelere konu olan Çine Çayı ve içinden geçtiği vadide, bir zamanlar Aydın’ın Çine ile Muğla’nın Yatağan ilçeleri arasındaki güzergahı kullananların büyük keyif aldıkları bir karayolu vardı. Eski Çine’yi geçtikten sonra vadiye doğru yol alanlar, adeta farklı bir gezegene girdiklerini, gökten yağmışçasına birbiri üstüne yığılı devasa boyuttaki gnays kayaların içinden geçerken büyük heyecan duyduklarını, bu yolun bitmesini istemediklerini söylerlerdi.
Bahar ve yaz aylarında geçenler, ekilmiş gibi duran Kargan Çiçekleri denilen doğal lavantaların muhteşem görüntülerini, Çine çayının içinde açan zakkumların harika renklerini, kayaların üzerini kızıla çeviren sedumları nefeslerini keserek izlerlerdi.
Kışın geçenler ise dağların yükseltilerinden çayın içine doğru inen Memecik adı verilen binlerce zeytin ağacını görürdü. Ülkemizde Marmaris, Köyceğiz ve Dalyan’da yoğun olarak görülen Günlük ağaçlarının kuzeydeki son noktası Çine Çayı vadisiydi. Vadinin kıvrımlı nemli topraklarında yaşamını sürdüren endemik Cyclamen mirable’den dakikalarca gözlerini ayıramazdı görenler.
Vadinin ortasında verilen molada, aslında antik bir su kanalı olan İncekemer köprüsünün muhteşem işçiliğini izlemeye doyamazdı insanlar.Gerga ve Alabanda antik kentinin ortasında bulunan İncekemer köprüsü, Çine Çayı Vadisinin boğazına takılmış altın bir kolye gibiydi.
Günümüzde bu güzellikleri ve bu önemli değerleri görebilmek mümkün değil artık. Suların yükseltisinden kendini kurtarabilmiş bazı kültürel değerlerin haricinde, İncekemer Köprüsüyle birlikte, vadinin içinde bulunan birçok doğal ve tarihi miraslarımız Çine Adnan Menderes Barajı’nın sularının altında kaldı. Gelecek nesillerin göremeyeceği bu güzellikler, o dönemi yaşayanların anılarında, fotoğraflarında ve yazılarında kalacak hep…
Köylüler Marsyas’ın bağlandığı ağaçlardan, bu mitolojik hikayeden habersiz bir şekilde yine zeytinlerini toplamaya devam ediyorlar.Latmos Dağları’ndan, Madran Dağları’na kadar uzayan coğrafya içinde öylesine güzel hikayeler, öylesine zengin doğal ve kültürel değerlerimiz var ki…
Henüz keşfedilmeyi bekleyen o kadar çok değerimiz var ki…
Tüm bu zenginlikleri koruyabilmek için hep birlikte bu coğrafyayı tanıtıp sahip çıkmalıyız.