Kurtuluş Savaşı sırasında, 16 Haziran 1919’da tarihe Malgaç Baskını olarak geçen ve düşmana ilk darbeyi vurarak, Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durduran Yörük Ali Efe’nin köyü olan Sultanhisar’a bağlı Kavaklı’ya çıktık bu hafta. Tarihi Kavaklı köyünde bulunan Yörük Ali Efe’nin müze şekline dönüştürüldüğünü umduğumuz, ancak bir tek fotoğrafının bile bulunmadığı boş evi dolaştık.
Rehberimiz Yeşim CİNBAŞ’ın anlatımlarıyla, Yörük Ali Efe’nin hikayelerini dinleyerek, o günleri hayal ettik. Kavaklı’da Büyükşehir belediyesi tarafından desteklenen köy pazarından üreticilere katkı yapmak için yerel ürünlerden satın aldık. Öz Yörük Ali Efe kahvesinde, Köylülerle ekoturizmin buraya sağladığı imkanlar ve sorunlarıyla ilgili sohbet ettik. İlk yıllarda ziyaretçilerin çok geldiğini ancak son yıllarda bu sayının giderek düştüğünü, bu durumun üreticilerin moralini bozduğunu ve azaldıklarını söylediler. Tarihi Kavaklı Köyüne ziyaretçilerin gelebilmesi için sadece pazar kurulması yetmiyor. Hangi kurum ilgilenecekse; bizce bir an önce Yörük Ali Efe’nin yaşadığı evin düzenlenmesi, yakın tarihin bu önemli olayının ve Efe’nin yaşamının canlandırılması ve ziyaretçilere uygun hale getirilmesi gerekmektedir.
“Dününü bilmeyenler bugünü yaşayamazlar; bugünü yaşayamayanlar yarınlarına sahip çıkamazlar” diyen, bu konuda duyarlılığını bildiğimiz Yörük Ali Efe’nin torunu eski Uşak Valisi Kayhan KAVAS’ın da, bu evin düzenlemesi için gerekli çalışmaları başlatacağına inanıyoruz.
Biz de Kavaklı’nın ekoturizmine katkı yapmasını düşündüğümüz bir etkinlik başlattık. Kavaklı’dan başlayan ve antik Nysa kentinde sonuçlanan Tarihi Zeytin Ağaçları Rotası belirledik. Asırlardır ayakta kalan, belki de Nysalıları bile gören, bazılarının 1000 yaşını aştığını tahmin ettiğimiz ölmez ağaç zeytinleri görmenin, dokunmanın mutluluğunu yaşadık. Tarihe tanıklık eden bu doğal mirasların içinde yürürken, hem hayranlıkla izledik, hem de fotoğrafladık. “Zeytin ve İnsan” konulu bir de fotoğraf yarışması düzenledik. İnsanın yürümekte zorlandığı dik yamaçlarda zeytin emekçilerinin zor şartlardaki mücadelelerini izledik.
Birçok yer karla boğuşurken, lalelerin çıktığı, baharın yaşandığı bir Ege havasındaki yürüyüşümüzü tamamladık. Rotanın bitiminde aşağıya baktığımızda, ünlü coğrafyacı Strabon’un; hızlı akan ve derin bir boğaz oluşturan dereyle ikiye ayrılmış çifte kent dediği Nysa’nın ayaklarımızın dibinde bitiveren tiyatrosunu ve Menderes Ovasıyla bütünleşen panoramasını keyif içinde izledik.
Rehberimiz Yeşim CİNBAŞ’ın anlatımıyla, Nysa’nın hikayesini çok iyi korunmuş tiyatrosunda dinledik. En iyi korunmuş yapılarından biri olan Bouleuterion’u, agorasını, kütüphaneyi, gimnasionu ve oldukça etkileyici bir yapı olan tüneli gezdik. Antik kentteki bazı eserlerin koruma amaçlı olarak götürüldüğü Aydın Arkeoloji Müzesi’ne geldik. Nysa’dan çıkan eserlerin asıllarını burada gördük. Herkesin mutlaka gezmesi gerektiğini düşündüğümüz, Aydın’ın muhtelif yerlerinden çıkarılan olağanüstü güzellikteki eserleri inceledik.
Tralleisli Seikilos’un eşinin mezar taşına yazdırdığı ve daha sonra 6/8’lik nota ölçüleriyle ezgiye dönüştürülen, yaklaşık 2000 yıllık Dünyanın en eski yazılı şiirinin hikayesini dinledik. “Yaşadığın müddetçe, dertsiz tasasız ol. Hayat çok kısa. Hiçbir şeyin seni üzmesine izin verme. Ve zaman her şeye gebedir.” Yazılı şiirin olduğu mezar taşının, şu anda sergilendiği Kopenhag Ulusal Müzesinden bir gün geri getirilmesini umarak, Kuşadası’na geri döndük.