Çarşamba Söyleşilerinin bu haftaki konuğu, üyemiz olan İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Yabancı Diller Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Nazlı EREN oldu. Permakültür tasarımıyla ilgili Yunanistan’da ki çalışmalara katılan yapan Nazlı EREN “Orman ekosisteminden alınan ilhamla sürdürülebilir yaşam ve tarım alanları tasarlamak olan permakültürün nasıl ortaya çıkıp geliştiğini, Dünya'daki ve Türkiye'deki permakültür örnekleri ve de herkesin evinde kullanabileceği pratik permakültür uygulamaları” konusunda bir sunum gerçekleştirdi.
Nazlı EREN “Permakültür ingilizce Permanent Agri(culture) yani kalıcı tarım kelimelerin birleşiminden geliyor. Bunu kalıcı tarım ya da kalıcı kültür şeklinde okuyabilirsiniz .İlk çıkışı tarımla ilgili olduğu için bu isim tercih edilmiş fakat zaman içinde Permakültür tarımı da içine alan bütüncül bir tasarım şekline dönüşmüş. Bu kavram ilk olarak 1970li yılların sonuna doğru Avustralyalı doğa bilimci Bill Mollison tarafından ortaya atılmış ve daha sonra Tazmanya üniversitesinde birlikte çalıştığı arkadaşı David Holmgren’la birlikte Permakültür kavramını daha da geliştirmişler. Kendisi bir köy çocuğu olan Bill Mollison akademisyen olmadan önce orman bekçiliğinden değirmen işçiliğine kadar birçok iş yapmış ve bu esnada doğayı, ormanı derinlemesine gözlemleme fırsatına sahip olmuş ve bu yaptığı gözlemler Permakültür kavramını oluşturmasındaki temel taşını oluşturmuştur. Bill Mollison Permakültürü, sürdürülebilir insan yerleşimleri yaratma amaçlı bir tasarım sistemi olarak tanımlıyor. Amacını da kendi ihtiyaçlarını karşılayan, çevresini sömürmeyen, kirletmeyen dolayısıyla uzun vadede sürdürülebilir, ekolojik olarak sağlıklı ve ekonomik olarak uygulanabilir sistemler yaratmak olarak açıklıyor. Öncellikle işe Permakültür ilkeleri olarak bilinen temel ilkeleri koymakla başlıyorlar. İlk olarak B.M 5 ilke ortaya atıyor daha sonra D.H buna 12 ilke daha ekliyor ve en sonunda da 9 ortak ilkede karar kılıyorlar. Permakültürün ilk çıkışının tarım olduğunu söylemiştim. Neden tarım? Şöyle bir düşünelim? Bugün doğaya en çok zarar veren şeyler nelerdir diye sorduğumuzda aklınıza neler gelir? Sanayi, inşaat, turizm diyebiliriz ama bunlardan daha da önemlisi belki de bu saydıklarımızın en eskisi bir şey daha var o da tarım.
Özellikle de günümüzde ki endüstriyel monokültür tarım yani binlerce dönüm arazide tek tip ürünün yetirildiği tarım şekli. Bugün tarımda kullanılan pestisitlerin, tarım ilaçlarının, suni gübrelerin hem insan sağlığını hem de doğal hayatı tehdit ettiği artık açık bir gerçek. Ancak öyle bir kısır döngü içine girmiş durumdayız ki, toprak o kadar verimliliğini yitirmiş durumda ki o gübreler, o ilaçlar kullanılmadan da hiçbir şey yetiştiremiyoruz. İşte mesela Söke ovası, Türkiye’nin en verimi ovalarından birisi belki de birisiydi. Bu ovada bir çiftçi çıkıp ben hiç tarım ilacı kullanmadan, gübreleme yapmadan bir şeyler yetiştireceğim dese herhalde bu adam çıldırmış derler. Zaten bu koşullarda böyle bir şey yapmak mümkün değil. İşte tam bu noktada BM diyor ki eğer koşulları değiştirirseniz herkesin o hayalini kurduğu o sağlıklı, zehirsiz gıdayı yetiştirebilirsiniz yani başka bir tarım metodun mümkün olduğunu iddia edip hayatını buna adıyor.
BM ormanı gözlemliyor ve orman ekosistemini kendine örnek alıyor. Orman bildiğiniz gibi insan müdahalesine ihtiyaç duymayan, içindeki bütün öğelerin birbirini desteklediği, kendi kendine yetebilen bir sistem. Ve BM diyor ki eğer insanın beslenme, barıma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için orman benzeri bir sistem tasarlayabilirsek hem ihtiyaçlarımızı karşılarız hem de doğayla mücadele eden değil doğayla uyumlu bir hayat sürebiliriz. Tamamda nasıl olacak bu iş?. Peki, orman bize ne öğretiyor? Ormana baktığımızda şunları görüyoruz: Ormanda çöp diye birşey yok. Eskiyen, ölen, işlevini kaybeden herşey toprağa dönüşerek sistemin devamlılığına katkı sağlıyor. Sistemdeki öğe çeşitleri sayısız denilebilecek kadar çok yani biyoçeşitlilik var. Her öğe birden çok işleve sahip. Az önce asma örneğinde değindiğimiz gibi her bir öğe bir çok işe yarıyor. Her bir öğe kendi dışındaki diğer öğeleri destekliyor. Örneğin Milli Parkta karşılaştığımız yaban domuzlarını ele alalım. Bunlar fare, böcek, mantar, kök gibi şeylerle besleniyor. Bir yandan istilacı canlıların çoğalmasını kontrol ederken bir yandan da besinlerini aradıkları esnada toprağı eşeliyorlar ve toprağa düşen tohumları gömüyorlar. Domuzlara ormanın çapacıları da diyebiliriz hem toprağı havalandırıyorlar hem de dışkılarıyla toprağı gübreliyorlar. Sonuç olarak, bu gözlemlenen orman ekosisteminin çalışma ilkeleri uygulanıyor ve ağaçların, çiçeklerin, sebzelerin ve hatta çiftlik hayvanlarının akıllıca yapılan bir tasarımla bir araya getirildiği, dışarıdan bir girdiye ihtiyaç duymayan permakültür çiftlikleri, yaşam alanları çıkıyor. Bugün dünyanın her yerinde bulunan eko-köyler permakültür ilkelerinden yararlanarak tasarlanıyor. Şimdi özellikle üzerinde durmak istediğim Permakültürün de öncellikli olarak önem verdiği bir konu var.
O da ‘toprak’ konusu. Toprak gıdamızın %95 oranında bağımlı olduğu ve yenilenebilir olmayan bir kaynak.40-50 cm lik bir toprak parçasının oluşabilmesi için binlerce yıl geçmesi gerekiyor. Daha da önemlisi verimli toprak, yani gıdamızın yetiştiği, tarım yapılan toprak sadece toprak yüzeyinin 10cmlik bölümü. Bir örnek vermek gerekirse verimli toprak vücudumuzun üzerindeki deri gibi düşünülebilinir. Yani o kadar ince birşey. İşte bu 10 cmlik verimli sağlıklı toprağın içinde milyarlarca bakteri, kilometrelerce uzunluğunda mantar misali, yüzlerce böcek, solucan, bitki kökleri var. Dünya yüzeyindeki tüm canlıların %25'i toprağın bünyesinde bulunmaktadır. Yani sizin anlayacağınız toprakta bizim gibi canlı. Tabi ki bu %10 luk kısımdan bahsediyorum. Ne yazık ki her geçen gün de bu verimli toprağı kaybediyoruz. Bunun birçok nedeni var. İlk aklımıza gelenler erozyon, yapılaşma gibi şeyler olabilir ama toprak kaybının çok önemli nedenlerinden bir tanesi 'tarım'. Daha doğrusu daha önce de değindiğim endüstriyel tarım faaliyetleri. Söke’de ovanın içinden sık sık geçiyoruz. Özellikle bahar aylarında ekim için hazırlanan tarlalar görüyoruz. Günümüzde tarlayı ekime hazırlamak demek dönümlerce araziyi sürmek demek. Hatta evimizdeki bahçeye bile bir şeyler dikecek olsak ilk yaptığımız şey elimize çapayı alıp toprağı kabartmak olur. Şimdi size iki resim göstereceğim. Biri sürülmüş bir tarla diğeri ise çöl resmi. Bu iki resim arasındaki ortak özellik nedir? İkisi de çıplak. Biz toprağı sürdüğümüzde ya da çapaladığımızda az önce bahsettiğim toprağı verimli yapan, canlı organizmaları dışarı çıkarıp, tamamen çıplak bir şekilde güneşe, yağmura maruz bırakıp oradaki yararlı organizmaların ölümüne sebebiyet veriyoruz.
Bu da toprağın verimliliğinin azalmasına neden oluyor. Uzun lafın kısası bizler su kaynaklarımız tükeniyor, kirleniyor diye endişe ederken su kadar önemli, bizi besleyen diğer kaynağımız ‘toprak’ da maalesef tükeniyor. Hepimizin toprağımızı korumak için bir şeyler yapması gerekli. Peki ama ne yapacağız? Permakültür buna da bir çözümle geliyor. Hatta bir değil, iki çözümü var. Bu iki basit, ama etkisi çok büyük olan çözüm hepimizin evinde, bahçesinde, balkonunda yapabileceği, hatta mutlaka yapması gereken iki şey. Bunlardan birincisi kompost, ikincisi malçlama. Kompostla başlayalım.Kompost evimizin mutfağından, bahçemizden çıkan bütün organik atıkları toprağa dönüştürmek demek. Organik atık dediğimiz şeyler, normalde çöpe attığımız her türlü meyve, sebze ve kabukları, yumurta kabukları, yazısız karton bahçemizden çıkan her türlü ot, yaprak gibi atıkların tümü. Yaklaşık 4 yıldır bizim evimizin bahçesinde bir kompost bidonumuz var. Evden çıkan tüm organik attığı burada biriktiriyoruz ve sonuçta şahane mis gibi orman kokan bir toprak elde ediyoruz. Eskiden yaz aylarında özellikle de karpuz, kavun mevsimi başladığında evdeki çöp bidonunu her gün mahalledeki büyük çöpe boşatmak zorunda kalıyorduk. Hatta kalabalık ailelerde günde iki defa bile çöp atanlarınız vardır diye düşünüyorum. Tabi o günler bizim için eskide kaldı. Biz artık haftada sadece bir defa, hadi bilemedin iki defa çöp atıyoruz. Eskiden bahçeyi temizlediğimizde çıkan otlar, yapraklar sorun olurdu. Bu otlar sitedeki boş arsalara yığılır. Artık çöpçü gelir alırsa ne ala, almazsa o otlar bütün yaz orada kalırdı. Hatta daha da eskiden epey bir ileri gidip akşamüstü herkes balkonlarda otururken bu otları yakanlar bile olurdu. Artık bu otlar bizim için problem değil, kompostumuz için verimli bir kaynak oldu. Bizim evimizdeki bidon oturduğumuz balkonun hemen altında duruyor.
Kuru- yaş malzeme dengesine dikkat ettiğiniz sürece en sıcak yaz günlerinde bile ne koku ne de sinek oluyor. Komost yapmak için bahçeniz olmasına da gerek yok evin balkonunda plastik limon kasalarında bile kompost yapan çok kişi var.Ben nasıl evlerimizde musluktan suyu boşuna akıtmıyorsak, buna dikkat ediyorsak verimli bir toprağa dönüşme potansiyeli olan attıkları da çöpe atmayıp toprağa dönüştürmemiz gerektiğini düşünüyorum. Hatta bütün okulların bahçelerine kompost alanları kurulup bunun gençlere küçük yaştan öğretilmesinin bir hem gezegenimiz hem de ülkemiz için çok büyük kazanım olacağını düşünüyorum. Yapmamız dereken ikinci şey de malçlama. Malçlama da ekim yaptığınız alanın üzerini kuru yaprak ya da samanla kaplamak demek. Malçlamanın da çok önemli bir şey. Aslında malçlama bizim geleneksel tarımda da kullanılan bir metod. Ben bu metodu bir kaç yıl önce ilk duyduğumda babama gidip heyecanla maçlama diye bir şey varmış işte şöyle yapılıyormuş, böyle yapılıyormuş diye anlattığımda bana ne var bunda eskiden biz de yapıyorduk dedi. E peki şimdi neden yapılmıyor diye sorduğumda da ‘eskiden şimdiki gibi su heryer de yoktu, sulama yapılmıyordu, su kaybını önlemek için ektiğimiz sebzenin kökünü otla kaplıyorduk cevabını aldım. Evet malçlama su tasarrufu sağmak için çok önemi bir metot ama daha bir çok faydası var. Şu resimde gördüğünüz yığın, zeytin yaprağı yığını. Yunanistan’daki çiftlikte toprağın üstünü bununla ya da samanla yaklaşık olarak 10 cm kalınlığında kaplıyorlar. Bu toprağın her türlü dış etkenden korumasını sağlıyor. Toprağı yazın serin, kışın sıcak tutuyor. Toprağı yumuşak tuttuğu için çapalamaya gerek kalmıyor. Yabani ot kontrolünü sağlıyor. Malç malzemesi çürüdükçe toprak gübrelenmiş oluyor. Yani malçlama yaptığınızda bir taşla biçok kuş vurmuş oluyorsunuz. Bu resimde gördüğünüz gibi bahçemize, saksımıza birşey ektiğimizde tabanı toprak görünmeyecek şekilde üzerini malçla kaplamımız gerekiyor.
Permakültürle ilgili anlatılacak daha çok şey var ama sonuç olarak ve kabaca şunu söyleyebilirim, Permakültür doğadan alınan ilhamla doğaya uyumlu tarım ve yaşam alanları tasarlamak demek. Permakültürün güzel tarafı sadece kırsal da değil büyük şehirlerde de uygulanıyor olması. Avrupa’nın birçok şehrinde özelikle gençlerin permakültüre ilgi duymaları ve şehirlerdeki boş alanları ve bazı parkları permakültür bahçelerine çevirmeleri, okullarda bunun kulüplerini kuruyor olmaları çok ümit verici. Avrupa’nın birçok şehrinde permakültür bahçeleri var ve her geçen gün de artıyor. Ve bunu yapmak için her türlü alan kullanılıyor. Alışveriş merkezlerinin çatılarından, şehirdeki boş alanlara ya da parklara kadar heryer. Ve bunu şehirlerdeki sıradan vatandaşlar bir araya gelerek ve tamamen gönüllü olarak çalışarak yapılıyor. Bizim ülkemizde de yavaş yavaş permakültüre bir ilgi başlamış durumda.Türkiyede eğitim de veren bir kaç permakültür çiftliği var.Merkezi Urla olan Pemakültür Enstitüsü var. Onlar da eğitim veriyor. İstanbul’da da İstanbul Permakültür Kollektifi isimli bir oluşum var. O da Avrupa şehirlerinde yapılmakta olan şehir bahçeciliğini İstanbul’da gerçekleştirmek için uğraşıyor. Doğayla bağlantı kurmak insanın en temel ihtiyaçlarından biri. Ben diyorum ki ileride insanlar tabletlerle beslenip, gıda yetiştirme ihtiyacı duymayacak olsalar bile bu doğa ile bağlantı kurma ihtiyaçlarını karşılamanın farklı yollarını arayacaklar. İnsanların doğayla bağlantı kurma şekilleri muhtemelen değişecek ve ben Permakültürün, özellikle şehirli, eğitimli insanların bu ihtiyaçlarını karşılamalarına aday olduğunu düşünüyorum.” Dedi.
EKODOSD üyeleri, evlerinde kendi yaptıkları yiyecekleri getirerek, diğer üyelerle paylaştı.
İlgiyle izlenen sunumdan sonra Nazlı EREN’e, Seren ATAK tarafından EKODOSD’un teşekkür belgesi takdim edildi.
Söyleşiden sonra, çalışma alanlarımızın içinde bulunan Latmos’ta ki Öküzini’nde arıcılık yapan üreticilerin balları üyelerimiz tarafından alınarak destek olundu.