Bu yılın yürüyüş sezonu bitiminde geleneksel konaklamalı etkinliğimiz için güneye Akdeniz’e indik. Yeşillikler içinde, portakal bahçeleri arasında insana huzur veren Akdeniz’in en güzel yerlerinden biri olan Çıralı’ya gittik.Gezimizin ilk durağı Burdur bağlı Gölhisar’ın hemen yakınındaki Kibyra antik kenti oldu. Kibyra’nın hikayesini yönetim kurulu başkan yardımcımız profesyonel turist rehberi Yeşim CİNBAŞ’tan dinledik. M.S. 23 yılında meydana gelen depremin izlerini antik tiyatronun basamaklarında gördük. Rehberimizden orijinalinde bir tapınağın kutsal alanına girişi sağlayan görkemli bezemelere sahip kapının hikayesini dinledik.
Kibyra ana kentinin birbirinden derin yarlarla ayrılan 3 tepelik üzerine kurulduğunu, belli bir bütünlük oluşturacak biçimde simetrik düzenlendiği ve her yapının birbirinin manzarasını kesmeyecek biçimde konumlandığını gördük. Kentin demir işleme, dericilik ve at yetiştiriciliğinde ünlü olduğunu öğrendik. Anadolu’nun en görkemli Stadion’larından biri olan 10 bin kişi kapasiteli stadyumda, antik dönemde atletizm yarışmalarının yanında, Gladyatör ve Veteniones (Hayvanlarla Mücadele Eden Gladyatörler)’lerin yaptığı mücadeleleri hayalimizde canlandırdık. 3600 kişilik olan Odeion (Müzik Evi)’un aynı zamanda kent meclisi toplantılarında ve büyük davaların görüldüğü mahkeme binası olarak da kullanıldığını öğrendik.
İkinci durağımız olan Olimpos’un içine girdiğimizde, yüksek yarlar ve yeşillikler arasında karşımıza çıkan antik yapılardan çok etkilendik. Dönemin insanlarının tanrılarla ilgili mitolojik hikayelerinin insanı derin etkileyen coğrafyasından kaynaklandığını düşündük. Tiyatrosunun bir harabeye dönüştüğünü, Bizans Dönemi’nde de bloklarının yapı malzemesi olarak kullanılmak üzere kireç ocaklarında eritildiğini öğrendik. 18. ve 19. Yy’lar ile 20. Yy’ın başlarında bölgede yaşayan Yörükler tarafından kışlak olarak kullanılan doğa ve tarihle iç içe olan antik kent hepimizi etkiledi. Kalenin yüksek kulesinden Olimpos’tan Çıralı’ya kadar uzanan sahilin muhteşem güzelliğini seyrettik.
Zaman sorunumuz nedeniyle Likya yolunun sembolik olarak sadece 3 km.lik Olympos-Çıralı etabını yürüdük. Olympos’un sönmeyen ateşi Yanartaş’a antik yoldan 1 km. tırmandık.Rehberimiz Yeşim CİNBAŞ’tan Yanartaş’ın hem mitolojik hikayesini hem de bilimsel verilerini dinledik. Ephyra kralı Glakuos’un oğlu Hipponoes, bir av partisinde kardeşi Belleros’u öldürür. “Belleros’u Yiyen” anlamına gelen Bellerophontes adını alır. Ephyra’dan sürülen Bellerophontes, Argos kralına sığınır. Kendisine sığınan bu genci öldürmeyi kendine yakıştırmayan Argos Kralı onu Likya Kralına gönderir.
Likya kralı acınacak durumdaki bu genci öldürmek istemez ve onu Olimpos dağında yaşayan arslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu ve ağızdan alevler saçan Chimera ile dövüşmeye gönderir. Bellerophontes, Pagassos adlı kanatlı atına binerek, Chimera ile dövüşmeye gider. Chimera saldırdığında Pegassos havalanır ve Bellerophontes yere inerken mızrağı ile canavarı yerin yedi kat dibine gömer. Fakat Chimera yerin altından alevler saçmaya devam eder. Anadolu’da binlerce yıldır anlatıla gelen ve Homeros’un bize bu şekilde aktardığı efsaneye göre bugün hala yanan alevler, Chimera’nın yerin yedi kat dibinden fışkıran alevlerinin mitolojik hikayesidir. Bizlerle birlikte rehberi dinleyen ve yanında kız arkadaşı olan Muzaffer Erdem Haznedar isimli bir ziyaretçi söz almak istediğini söyledi. Manavgatlı olduğunu, Yanartaş bölgesiyle ilgili birşeyler söylemek istediğini belirtti. Biz de bölgeyle ilgili bilmediğimiz ilginç detayları anlatacak diye beklerken “Denizler kadar engin, dağlar kadar yüce, ateşler kadar sıcak bir aşkla seviyorum seni aşkım” diyerek, cebinden çıkardığı yüzüğü kız arkadaşına takarak evlenme teklif etti. Bu mutlu anı sürpriz bir şekilde bizler de şahit olduk ve Olimpos’lu aşıkları alkışladık. Hem onlar mutlu oldu, hem de bu güzel ana şahitlik etmekten biz mutlu olduk.
Çıralı Adalı kaptan ve damadına ait 2 tekneyi kiralayarak, Olimpos’un harika manzaralı koylarında bir tur yaptık.Çıralı’nın uzun sahilinden yola çıkıp, Sazak Koyu, Mağaralar, Ceneviz limanı, Çoban Limanı ve Akvaryum gibi muhteşem koylarda denize girdik.
Dönüşte su yüzeyine nefes almak için çıkan Carettaları izledik. Önemli yuvalama alanlarından biri olan Çıralı kumsallarına yumurta bırakmaya başladıklarını Bayram KÜTLE’den öğrenince mutlu olduk. Gezimizin son gününde deniz kıyısına kurulmuş Akdeniz’in önemli bir liman kenti olan Phaselis’e gelerek, kentin hikayesini rehberimizden dinledik. Phaselis’e ulaşan Rodos’lu kolonistlerin karşılaştıkları yerli çobana yarımadayı beğendiklerini, yerleşim bedeli olarak da arpa ekmeği mi, kurutulmuş balık mı istediği sorulmuş. Çobanın kurutulmuş balığı tercih etmesiyle yerleşim gerçekleşmiş.
Kent tarihinin en renkli sayfalarından biri, Büyük İskender’in altın taçla karşılanması olmuş. Kışın bir kısmını Phaselis’te geçiren Büyük İskender’in döneminde, kent zambak yağı ve gülleriyle ünlüymüş. Ticaret hayatında Akdeniz’de açıkgözlülükleri ile ün yapan Phaselis’lilerin hanımlarının yaptıkları özel saç biçimine “Sisoe” adı verilmekteydi ki, Mısır Tanrıçası İsis’isn saç biçimine benzediği söylenmektedir. Kentin deniz kıyısında olması ve antik limanlarından denize girilmesinin buradaki ziyaretçi sayısını artırdığını gördük.
Çıralı’nın üstünde Ulupınar Köyü yakınlarında yağmur ormanlarını andıran bitki örtüsü ve devasa boyuta ulaşan çınarların içinde bir gezi yaptık.
Alabalık havuzları, develer, kümes hayvanları ve keçilerin bulunduğu çiftliği inceledik. Macera parkının parkurlarını deneyenler oldu.
Geziden sonra Şelale restoranda, yemeklerimizi yedik. Yemekler ve servis mükemmeldi.
Yolumuz üzerinde bulunan Arif Köyünün buz gibi sularının aktığı, Arycanda antik kentinin kaya mezarlarının altında çaylarımızı içtik ve yöre insanlarının ürettiği ürünlerden satın aldık.
Dönüş yolumuzda Denizli’nin Acıpayam ilçesinin Dodurgalar köyünün yanı başında bulunan Keloğlan Mağarasını ziyaret ettik. Kel ve köse bir çobanın mağaraya girdikten sonra saç ve sakalının çıkması efsanesiyle ünlenen mağaranın, ışıklarla aydınlatılmış sarkıt ve dikit örneklerini hayranlıkla izledik.
Denizli’nin leblebisiyle ünlü Serinhisar ilçesinde mola vererek, leblebilerden ve değişik kuru yemişlerden alıp, Kuşadası’na geri döndük.