Antik adı Latmos olan Beşparmak Dağları’nda uzun yıllar çalışmalar yapan, başta kaya resimleri olmak üzere çok önemli birçok keşfe imza atan Alman arkeolog Dr. Anneliese Peschlow, 2012 yılında yazdığı bir yazıyla Latmos’un önemine dikkat çekmiş ve Uluslararası Tüzükler ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında yapılması gereken koruma kriterlerine vurgu yapmıştı.
“Benim hayatımda çok önem verdiğim iki şey vardır. Biri kızım, diğeri de Beşparmak Dağları” demişti Dr. Peschlow.
Her geldiğinde ilk günkü gibi heyecan duyduğu Latmos’ta, yıpranan dizlerindeki sorunlara aldırış etmeden yıllarını geçirdiği dağın engebeli arazilerinde yürümeye devam etti.
Latmos’un insanlarını, hayvanlarını, doğasını çok seviyordu.
Latmos’u kurumlarla, üniversitelerle, sivil toplum örgütleri ve burada yaşayan insanlarla birlikte korumalıyız diyordu.
“Bana kızım derdi” dediği Prof. Dr. Jale İNAN’a, Ordinaryüs Prof. Dr. Arif Müfid MANSEL’e, “ hocaların hocasıydı” dediği Ekrem AKURGAL gibi bilim insanlarına hayrandı. Her geldiğinde Kuşadası’ndaki büstlerine birer gül koyardı.
Dünyadaki pekçok ülkeye hatta Çin’e kadar gidip, dünyadaki kaya resimlerini koruma çalışmaları yapan kuruluşlarla görüştü, Latmos’un kültürünü, eşsiz kaya resimlerini ve doğasını anlattı.
Latmos’un değerini, zenginliklerini içinde yıllarca yaşayan biri olarak, her yere ulaştırmaya, uyarmaya gayret gösterdi.
Latmos’a geldiğinde onu en çok üzen şey, her geldiğinde pıtrak gibi çoğalan ve üzüntüden hasta olmasına neden olan maden ocaklarıydı.
Doğasına ve eski eserlerine aşık olduğu Latmos’ta, ilk geldiği yıl olan 1974 ile son geldiği 2014 yılları arasında korkunç değişim vardı.
Yıllarca bilim insanı olarak çalıştığı Latmos’ta, son yıllarını çevre aktivisti gibi geçirdi.
Dr. Anneliese Peschlow 84 yaşında ve rahatsız. Yaklaşık 10 yıldır Türkiye’ye ve çok sevdiği Latmos’a gelemiyor. Gelse 10 yıl süre içinde delik deşik edilen Latmos’un coğrafyasını gorse, çok daha fazla üzülecek ve kahrolacaktır.
Ençok sevdiği kaya resimlerinden biri Ballıkaya’ydı. Etkileyici bir mağara içindeki kayalara çizilen resimlerin bulunduğu alan tescil edilmişti.
Ancak çevresini maden ocakları kuşatmış durumda. Yetmediği gibi şimdi de 200 m. yakınında büyük bir kırma eleme tesisi kuruldu.
Peschlow’un “sit alanı olarak tanımlanmış bölgedeki arkeolojik kalıntıların korunması sadece nokta bazlı olmamalı, bölge bir bütün olarak ele alınıp koruma sağlanmalıdır.” dediği gibi, bütüncül bir koruma olmadığı ve müdahale edilmediği takdirde tahribatlar daha da artacak ve Latmos’un tüm özelliği ve güzelliği yok olacaktır.
12 yıl önce yabancı bir bilim insanının, kendi vatanından uzakta Latmos’ta attığı çığlığı niçin kimse duymadı ve hala neden müdahale edilmiyor?
Dr. Anneliese Peschlow’un 2012 yılında ilgili kurumlara yazdığı ibretlik yazı;
Batı Anadolu’da Beşparmak dağlarının pek çok noktasında keşfedilmiş olan kaya resimlerinin, tüm dünyada şimdiye dek bilinen tarih öncesi kaya resimleri arasında bir benzeri bulunmamaktadır. Bu bölgede yer alan kaya resimlerinin en önemlilerinden biri olan Balıktaş kaya odasındaki resimler sarı ve kırmızı renklerde yapılmış olup, sarı renkli boya sadece burada kullanılmıştır. Latmos kaya resimleri aynı zamanda bulunduğu mekan ve özellikle su ile de ilişkilidir. Balıktaş kaya odası, ağaçlık yeşil bir alan içerisinde yıl boyu akan bir derenin birkaç metre uzağında küçük bir ön avlusuyla birlikte doğal bir kutsal alan izlenimi yaratmaktadır. Kaya resimlerinin üzerine yapıldığı kaya bloklarının doğal aşınma sonucu oluşturduğu görünüm, bölgeye özgü bir yapıya sahip olup sadece resimlerin olduğu mekanlara değil tüm dağın çehresine özel bir şekil vermektedir. Bu özel havasıyla Latmos bölgesinde şimdiye dek keşfedilen 170’den fazla kaya resminin varlığı, dağın zirvesi Tekerlek Dağ’da bulunan hava ve yağmur tanrısına adanmış taş kültü de eski çağlardan beri dağın tümünün kutsal bir mekan olduğu düşüncesini desteklemektedir. Yine antik dönemde çeşitli tapınakların ve Bizans döneminde de çok sayıda manastırın inşa edilmesi dolayısıyla, çağlar boyu kutsal değerini kaybetmemiş olduğu yorumunu yapabiliriz.
Venedik tüzüğünün (1964) koruma ile ilgili bölümünde, Madde 4: “Anıtların korunmasındaki temel tutum korumanın kalıcı olması, sürekliliğinin sağlanmasıdır” ve Madde 6: “Anıtın korunması, ölçeği dışına taşımamak koşuluyla çevresinin de bakımını içine almalıdır. Eğer geleneksel ortam varsa, olduğu gibi bırakılmalıdır. Kütle ve renk ilişkilerini değiştirecek hiçbir yeni eklentiye, yok etmeye, ya da değiştirmeye izin verilmemelidir” ifadeleri yer almaktadır. Bu maddeler göz önüne alındığında, söz konusu sit alanında herhangi bir değişiklik yapılmadan çevresiyle beraber korumanın devam etmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir.
ICOMOS Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi Tüzüğünün (1990) 3. maddesinde belirtilmektedir ki; “Yasalar ilgili arkeolojik mercinin kararı olmadan anıt ve sitlerle çevrelerinin değişiklik yapılarak yok edilmesini, zedelenmesini veya bozulmasını engellemelidir. Eğer yasalar arkeolojik mirasın yalnız tescil edilmiş bölümlerini koruyorsa, henüz tescil edilmemiş veya yeni bulunmuş anıt ve sitlere, arkeolojik değerlendirilmeleri yapılıncaya kadar geçici koruma sağlayacak olanak sağlanmalıdır….” Bu maddeye göre sit alanının ve çevresinin yok edilmesi, bozulması ve zedelenmesi engellenmelidir ve tescil edilmemiş alanların da geçici korunmasının sağlanması gereklidir.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 8. Maddesinde ise: “... Korunma alanlarının tespitinde, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunması, görünümlerinin ve çevreleri ile uyumlarının muhafazası için yeteri kadar korunma alanına sahip olmaları dikkate alınır. Bu hususlarla ilgili esaslar. Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak yönetmelikte belirtilir” denmektedir. Bu maddeye göre korunması gerekli kültür ve tabiat varlığının çevresiyle uyumu göz önüne alınarak yeteri kadar koruma alanına sahip olması gerektiği vurgulanmaktadır. Beşparmak dağlarındaki durum göz önüne alındığında antik kalıntıların çok geniş bir alana yayılması ve doğal erozyon sonucu kendine özgü yapıya sahip olan ve bu özelliğiyle kutsal bir anlam yüklenmiş dağın bir bütün olarak korunması gereklidir. Yine 2863 sayılı kanunun 9. maddesinde: “Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır” denmektedir. Fiziki müdahale olarak tanımlanabilecek maden ocakları ve maden arama faaliyetlerinin bu madde uyarınca yasaklanması gerekmektedir.
UNESCO Dünya Miras Alanı olarak aday olabilecek kapasitede antik bir bölge olan Beşparmak dağları, doğal ve arkeolojik sit potansiyeli yüksek olan Anadolu’nun en önemli alternatif turizm alanlarından biridir.
Yukarıda bahsi geçen alanın özellikleri sebebiyle, uluslararası tüzükler ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu göz önüne alınarak, sit alanı olarak tanımlanmış bölgedeki arkeolojik kalıntıların korunması sadece nokta bazlı olmamalı, bölge bir bütün olarak ele alınıp koruma sağlanmalıdır. Bu bölgede açılacak madenlerle hem dağın eşsiz manzarası geri dönüşü olmayacak şekilde bozulacak hem de atmosferik koşullara açık olan kaya resimlerinin ve civarındaki diğer arkeolojik kalıntıların (kale, antik yollar, kiliseler vb.) ciddi oranda zarar görmesine sebep olacaktır. Aynı zamanda maden ocakları ve maden arama faaliyetleri (dinamit vb. kullanılarak) henüz keşfedilmemiş potansiyel kaya resimlerine de zarar verecektir. Bununla birlikte büyük ölçüde korunmuş olan yaban hayatı ve bitki örtüsü üzerinde de olumsuz etkileri olacaktır.
Batı Anadolunun bilinen en eski Prehistorik kaya resimlerine sahip bu alanının bir bütün olarak mutlak suretle yeniden irdelenmesi ve söz konusu ruhsatın ivedilikle iptal edilmesi zorunludur.”